18 Haziran 2011 Cumartesi

TÜRK EDEBİYATINDAN ROMAN ÖZETLERİ

TAAŞŞUK-I TALÂT VE FİTNAT (Şemsettin Sami)

Yetim olan Talât, iş yerine gidip gelirken Hacı Mustafa’nın üvey kızı Fitnat’a âşık olur. Fitnat da Talât’ı sever. Ancak Hacı Mustafa, Fitnat’ı zengin ve yaşlı biri olan Ali Bey ile evlendirir. Buna dayanamayan Fitnat intihar eder. Fitnat’la evlenen Ali Bey ise, Fitnat’ın boynundaki muskayı açıp okuduğunda Fitnat’ın kendisinin öz kızı olduğunu öğrenir ve bir süre sonra delirip ölür. Bütün bu olanlara dayanamayan Talât da yatağa düşer. Bir süre sonra o da ölür.

İNTİBAH (Namık Kemal)

Ali Bey, yirmi yirmi bir yaşlarında bir gençtir. Ailesinin koruması altında büyür. Babası ölünce bunalıma girer ve kendini Çamlıca gibi gezinti yerlerine vurur. Çamlıca’da gördüğü güzel bir kadın olan Mehpeyker’e âşık olur. Ali Bey, Mehpeyker uğruna eve geç gelmeye, bazı geceler hiç gelmemeye, işe gitmemeye ve içmeye başlar. Bir mirasyedi gibi bütün servetini harcar ve annesini üzer. Annesi Ali Bey’i eve bağlamak için, eve Dilâşup adında bir cariye alır. Ancak Ali Bey’in gözü Mehpeyker’den başkasını görmez. Mehpeyker, birçok erkekle birlikte olan bir kadındır. Bunu öğrenen Ali Bey, ondan ayrılır ve Dilâşup ile evlenir. Terk edilmenin intikamını almak isteyen Mehpeyker, Bir oyun çevirip Dilâşup ile Ali Bey’i ayırır. Ali Bey, Dilâşup’u satar. Ali Bey’in annesi kahrından ölür. Mehpeyker Dilâşup’u zengin âşığı aracılığıyla satın alır ve onu kötü yola düşürmek için uğraşır. Hırsını alamayan Mehpeyker, Ali Bey’i öldürmek ister. Bunu öğrenen Dilâşup, Ali Bey’i korur ve onun yerine kendisi öldürülür. Durumu öğrenen Ali Bey de Mehpeyker’i öldürerek hapse girer ve bir süre sonra o da ölür.

SERGÜZEŞT (Sami Paşazade Sezai)

Romanda, Dilber adlı cariye ile onun ait olduğu konağın genç oğlu Celâl arasındaki aşktan yola çıkarak kölelik kurumunu anlatır. Avrupa’da resim öğrenimi gören oğullarına, kendileri gibi aristokrat tabakadan bir kızla evlilik düşleyen anne-baba, oğullarının Dilber’i sevdiğini öğrenince kızı gizlice bir esirciye satarlar. Dilber, Mısır’a götürülerek zengin bir tüccara satılır. Odalık olmayı reddeden Dilber, dövülerek veya hapsedilerek türlü eziyetlere maruz bırakılır. Dilber’e âşık olan haremağası onu kaçırarak İstanbul’a geri götürmek ister. Fakat kaçış sırasında haremağası merdivenden düşer ve ölür. Bunun üzerine Dilber, İstanbul’a tek başına gidemeyeceğini Fakat konaktaki işkenceli hayata dönemeyeceğini düşünür ve kendini Nil nehrine atarak canına kıyar.

FELÂTUN BEY İLE RAKIM EFENDİ (Ahmet Mithat Efendi)

Roman iki ana karakter üzerine kurulmuştur. Bunlardan Felâtun Bey, Batılılaşmayı yanlış algılayan, mirasyedi, züppe bir tiptir. Rakım Efendi ise, yerli kültürü temsil eden, kendi kendini yetiştirmiş, “Doğu”yu da “Batı”yı da tanıyan bilinçli bir tiptir. Eserde, Felâtun Bey yerilirken, bilinçli, çalışkan ve örnek bir insan olarak Rakım Efendi övülmektedir.

MAİ VE SİYAH (Halit Ziya Uşaklıgil)

Mai ve Siyah romanı, Servet-i Fünûn dönemi sanatçılarının karamsar ruh hâlini yansıtır. Bu dönem aydınlarının “Ahmet Cemil” karakteriyle sembolize edildiği bu roman, orta halli bir ailenin çocuğu olan Ahmet Cemil’in, bünyesinde çalıştığı “Mirat-ı Şuun” gazetesinin onuncu yılında Tepebaşı bahçesinde “mavi” bir gecede kurduğu hayallerle başlar. Bu hayallere göre Ahmet Cemil, yazdığı yeni şiirlerle ünlü bir şair olacak, şiir kitabı çok satacak ve böylece zengin olacak; sonra da zengin bir ailenin çocuğu olan Hüseyin Nazmi’nin kız kardeşi Lâmia ile evlenecektir. Ancak kendi elleriyle evlendirdiği kendi kız kardeşinin, hamileyken kocasından yediği bir tekme sonucunda sonucu ölmesi, yeniliklerle yüklü şiirlerinin edebiyat çevrelerinde alay konusu edilmesi ve bu yüzden şiir kitabını yakması, bu arada Lâmia’nın bir subayla nişanlanması, Ahmet Cemil’de uzak diyarlara kaçma arzusu doğurur. Bu sebeple Yemen’e memur olarak gider. Yolculuk sırasında, mavi bir gecede kurduğu hayalleri hatırlar ve gecenin karanlığında gökyüzünün “siyah”lığına dalar.

EYLÜL (Mehmet Rauf)

Suat (kadın) ile Süreyya’nın (erkek) beş yıllık evliliklerinin dinginliği, Necip’in ortaya çıkmasıyla Necip ile Suat arasında duygusal bir yakınlık doğurur. Necip, Süreyya’nın halasının oğludur. Bu genç çiftin evlerine gelip gittikçe Suat’ ilgi duymaya başlar ve ona âşık olur. Suat da bu duygulara kayıtsız değildir. Ancak ne Suat eşine, ne de Necip halasının oğluna ihanet etmek istemektedir. Her ikisi de sürekli bir duygu çatışması içindedir. Yazar, Suat ile Necip’in ruh dünyalarındaki çalkalanışları başarıyla tahlil eder. Bir gece konakta bir yangın çıkar ve Suat alevlerin arasında kalır. Onu kurtarmak isteyen Necip de alevler arasına dalar; fakat bu yangından ikisi de kurulamaz.

MÜREBBİYE (Hüseyin Rahmi Gürpınar)

Romanda, Anjel’in, “mürebbiye” (çocuk eğiticisi) olarak çalıştığı evin erkeklerini, para sızdırmak için ayartıp baştan çıkarması ve onları birbirine düşürmesi anlatılır. Anjel, otoriter bir aile reisi olan Dehri Efendi’nin yalısında mürebbiyedir. Evin genç oğlu Şemi’yi, Amca Bey’i ve damat Sadri’yi baştan çıkarmıştır. Dehri Efendi, Şemi ile Amca Bey’in yalının harem dairesine girmelerini yasaklar. Bir gece damat Sadri’yi hançerle öldürmek için Anjel’in odasına giren Şemi, kilitli bulunan dolabı açar. Dolabın içinde Dehri Efendi’yi görünce düşüp bayılır. Eserde bir bakıma, “yabancı” mürebbiyelerin çalıştıkları evlerde yol açtıkları ahlâksızlık işlenmiştir.
ATEŞTEN GÖMLEK (Halide Edip Adıvar)

Kurtuluş Savaşı yıllarını konu edinen ilk eser olan bu roman, Peyami’nin ağzından hatıra şeklinde kaleme alınır. Anadolu’da savaşa katılan Peyami, Sakarya Savaşı’nda bacaklarını kaybeder. Hastanede, başındaki kurşunun çıkarılmasını beklerken, başından geçenleri kaleme alır.Peyami ve İhsan’ın Ayşe’ye duydukları sevgi, İzmir’in işgali ve Kurtuluş Savaşı gerçekliği içinde anlatılır. Aşkın, savaş ortamında “ikincil” öneme sahip olması gerektiği vurgulanır.

ÇALIKUŞU (Reşat Nuri Güntekin)

Küçük yaşta anne ve babasını kaybeden Feride, teyzesinin koruması altında bir Fransız yatılı okuluna gönderilir. İstanbullu olan ve Batı kültürü ile yetişen bir aydın olan Feride, teyzesinin oğlu Kâmuran ile nişanlanır. Birbirlerine âşık olan bu çiftin evliliği bir kadının Feride’ye getirdiği bir mektup ile engellenir. Çünkü bu mektupta, Kâmuran’ın İsviçre’deyken Münevver adlı hasta bir kadınla ilişkisi olduğu ve ona evlenme sözü verdiği yazılıdır. Böyle bir yıkımla karşılaşan Feride, İstanbul’dan uzaklaşmak istediği için Anadolu’da öğretmenlik yapar. Feride, Zeyniler Köyü’nde Munise adlı öksüz, küçük bir kızı koruması altına alır. Genç, güzel ve idealist bir öğretmen olan Feride, başından geçenleri, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde görev yaparkenki izlenimlerini, duygu ve düşüncelerini, yaşadığı zorlukları günü gününe yazar.

YAPRAK DÖKÜMÜ (Reşat Nuri Güntekin)

Ali Rıza Bey, karısı, üç kızı ve bir oğluyla İstanbul’da geçim sıkıntısı içindedir. Ali Rıza Bey’in oğlu Şevket’in bir bankaya memur olarak girmesi aile için adeta bir kurtuluş olarak değerlendirilir. Ancak Şevket, gezmeye ve eğlenceye düşkün bir kadınla evlenir. Ali Rıza Bey’in kızları Leyla ile Necla, gelinin etkisi altında yaşamaya başlayınca ailede ekonomik sıkıntılar had safhaya ulaşır ve yaprak dökümü başlar. Ali Rıza Bey’in büyük kızı Fikret, kendini kurtarmak için çocuklu, dul bir adamla evlenir ve Adapazarı’na gider. Şevket, karısının isteklerine yetişebilmek için bankadan gizlice para alır ve durum anlaşılınca hapse girer. Ali Rıza Bey, evini satar ve küçük bir ev satın alır. Aile bu eve taşınır. Necla’nın zengin diye evlendiği Suriyelinin birkaç karısının olduğu ortaya çıkar. Leyla ise zengin bir avukatın metresi olur. Yaşadığı acılar sonunda Ali Rıza Bey felç olur. Leyla, babasını yanına alır. Ali Rıza Bey iyileşir; fakat hayatın zorlukları ve acıları karşısında boynu büküktür.

YABAN (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)

Bu roman, köylü-aydın çatışmasını konu edinmiştir. Roman kahramanı Ahmet Celâl, Birinci Dünya Savaşı’nda bir kolunu kaybeder ve İstanbul’un İngilizler tarafından işgal edilmesi sebebiyle, emir eri Mehmet Ali’nin Eskişehir yakınlarında Porsuk Çayı kıyısındaki köyüne gider. Yabancı olduğu için halkla bir kopukluk yaşayan Ahmet Celâl, burada Emine’ye âşık olur. Köy, Yunanlılar tarafından işgal edilince Emine ile birlikte baskından kaçmaya çalışır. Ancak ikisi de vurulur. Emine ağır yaralıdır. Bunun üzerine Ahmet Celâl, hatıralarını yazdığı ve köyden kaçarken yanına aldığı defteri Emine’nin eline sıkıştırır. Köyden uzaklaşır. Sakarya Savaşı’ndan sonra düşman zulümlerini araştıran bir kurul, yıkıntılar ve yakılmış insan cesetleri arasında bu defteri bulur. Bu defter, Ahmet Celâl’in yalnızlık psikolojisini yansıtmakla birlikte, köylülerin Salih Ağa’ya bağlılıkları merkezinde süren cehaletlerini anlatır.

KÜÇÜK AĞA (Tarık Buğra)

Kurtuluş Savaşı’nı konu edinen Türk romanlarından biridir. İstanbul’da Fatih Medresesi’nde vaazlar veren ve kendisi de medrese kökenli biri olan Mehmet Reşit Efendi romanın baş kişisidir. Millî Mücadele sırasında Padişahtan yana olup Kuvayı Milliye’ye ve önderleri Haydar Bey’e karşı durur, Millî Mücadele’yi köstekler. 1919’da Anadolu’ya (Akşehir’e) gönderilir. Halk arasında “İstanbullu Hoca” olarak bilinen Mehmet Reşit Efendi, Kuvayı Milliyecileri vatan hainliğiyle suçlar ve Çerkez Ethem’in kardeşi Tevfik Bey’in çetesinde bir müfrezeyi yönetir. Zaman zaman, doğru yolda olup olmadığının çatışmasını yaşar. Sonunda, onu yakalamakla görevli Çolak Salih’in konuşmaları üzerine, Kuvayı Milliye’nin haklılığını kavrar ve kendisi de Kuvayı Milliyeci olur. Bu roman, önceleri hilâfet yanlısı olup sonradan Millî Mücadelenin haklılığını kavrayan, medrese kökenli bir hocanın şahsında o dönemdeki ikilemleri de yansıtır.

İNCE MEMED (Yaşar Kemal)

Türk romanında “ağa” tiplemesi denince akla “Abdi Ağa” gelir. Romanda, Çukurova ve Toroslarda sürüp giden sosyal ve geleneksel sorunlara karşı mücadele eden İnce Memed’in hayatı ve mücadelesi anlatılır. Abdi Ağa, halkı ezen, ona zulmeden bir kişidir. İnce Memed, Abdi Ağa’nın zulümlerine karşı gelir ve dağa çıkarak eşkıya olur. Eserde, ezen-ezilen, ağa-köylü çatışması işlenir. Ezilenler eşkıya olup dağa çıkarlar ve sömürenlere karşı halkı korurlar.

DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU (Peyami Safa)

Yaşananların, on beş yaşına basmış bir çocuğun bakış açısıyla anlatıldığı bu romanda çocuğun adı belirtilmemiştir. Yedi yaşından beri bacaklarından birinin ağrısını çeken bu çocuk, annesiyle birlikte yoksul bir hayat sürmektedir. Kemik veremi teşhisi konulan bu hastalığı çaresi, çocuğun sakin, sorunsuz bir hayat sürmesi ve iyi beslenmesine bağlıdır. Aksi halde çocuğun bacağı kesilecektir. Durumu öğrenen ve çocuğun akrabalarından olan bir paşa, onu Erenköy’deki köşküne, yanına alır. Çocuk burada, paşanın kendisinden büyük olan kızı Nüzhet’e âşık olur. Ancak Nüzhet’in, zengin bir doktor olan Ragıp Bey ile evlendirileceğini öğrenince hastalığı pekişir ve çok acı çeker. Köşkten kaçar ve hastaneye yatar. Başarılı bir ameliyatla bacağı iyileşir. Hastaneden çıktığında, Nüzhet’in Doktor Ragıp ile evlendiğini öğrenir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder