14 Kasım 2010 Pazar

18 Mart Öğretmen Konuşması

Sayın Okul Müdürüm

Değerli Meslektaşlarım

Dünya durdukça hür ve bağımsız olarak varlığını devam ettireceğine, güneşin doğuşuna yağmurun yağışına nasıl inanıyorsak öyle inandığımız Türkiye Cumhuriyeti devletimizin; üzerinde dört mevsim yaşanan ama öyle olmasa da sevgimizden hiçbir şey eksilmeyecek olan şüheda toprağı cennet vatanımızın; mavi göklerde özgürce dalgalanan ay-yıldızlı al bayrağımızın ve bütün bunların bizlerde çağrıştırdığı kutsal değerlerimizin, dilimizin, kültürümüzün ve millî gururumuzun teminatı sevgili gençler,

Bu gün 18 Mart… Bu gün, belki de dünya tarihinin gördüğü en büyük savaşlardan biri olan Çanakkale muharebelerinin birinci etabı sayabileceğimiz Çanakkale deniz zaferinin doksan beşinci yıl dönümü. Dönemin en güçlü donanmalarına sahip olan İngiliz ve Fransızlara karşı, son derece orantısız bir güçle verdiğimiz var oluş mücadelemizin; düşmana, “Çanakkale geçilmez!” dediren bir savaşın yıl dönümü. “Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli” diyen bir neslin destanlaşan, bayraklaşan, abideleşen mücadelesinin hikâyesi. Ve bu hikâyenin hiçbir satırında en ufak bir abartı yok. Bu öyle bir savaş ki, orada metrekareye altı bin civarında mermi düştüğü söyleniyor.

Sevgili gençler, bireysel olarak insanın bu dünyadaki en değerli varlığı hayatıdır, yani canıdır. İşte atalarımız, hem de öyle yaşadığımız güne çok da uzak olmayan, ancak birkaç nesil önceki atalarımız, kendi atalarından dedelerinden ninelerinden, analarından babalarından devraldıkları yüksek bir ahlâk anlayışıyla, yârdan da serden de geçerek, kendilerinden sonra gelecek nesiller için o çok değerli varlıklarını vermekte en küçük bir tereddüt göstermediler.

Gençler, dünün savaşları top tüfekle, uçakla, gemiyle, tankla oluyordu. Yani her şeye rağmen savaşlar dürüstçe yapılıyordu. Hâlbuki bugün, dünkü savaş araçları yine bir kenarda durmakla birlikte, savaşlar artık daha ziyade kültürle, bilimle, dille, parayla yani ekonomi gücüyle oluyor. Ülkeler, milletler pek çok koldan kuşatılmaya çalışılıyor. İşte tam da bu noktada sizlere, bizlere, hepimize çok büyük görevler düşüyor. Dün, atalarımızın hiç düşünmeden kanlarını akıttıkları, kanlarını kattıkları bu aziz vatan için, şerefimiz, haysiyetimiz, özgürlüğümüz, bağımsızlığımız için bugün bizim hiç değilse terimizi akıtmamız, cennet vatanımızın toprağına terimizi katmamız gerekiyor. Vakit öldürme mekânlarını değil, kütüphaneleri, laboratuvarları, atölyeleri mesken tutmamız gerekiyor. Ve ben bugünkü nesillerin, kendilerinden öncekilere göre çok daha uyanık, donanımlı, atak, mücadeleci ve bilinçli yetiştiklerini düşünüyorum. Çok daha fazla okuduklarını düşünüyorum, düşünmenin de ötesinde bunu görüyorum. İnanıyorum ki sizin çocuklarınız da sizleri çok geçecekler.

Bunun sonucunda da yarınlarda ülkemiz, devletimizin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün bizlere gösterdiği hedeflere birer birer varacak, dünyanın en saygın, en gelişmiş, en güvenilen ve aynı zamanda en çekinilen ülkesi ya da ülkelerinden biri olacak.

İstiklâl Marşımızın şairi, “Âtiyi (yani geleceği) karanlık görerek azmi bırakmak / Alçak bir ölüm varsa eminim budur ancak” diyor. Dolayısıyla bizler, geleceği karanlık görerek çalışmayı bırakmak şöyle dursun, tam tersine bu durumdan hız alarak çalışacağız. Kaldı ki, geleceğimiz hiç de ümitsiz değil, tam tersine zaman artık bizim lehimize işliyor.

Sözlerimizi, “Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın!” diyen Mehmet Âkif’e nazire yaparak bitirelim. “Hazır ol cenge, ister isen sulh-u salâh” diyen, yani “Barış, huzur, kurtuluş istiyorsan, savaşa da hazırlıklı olmalısın” diyen şairin bu ikazını da aklımızdan çıkarmadan diyoruz ki: Allah bu millete bir daha Çanakkale Destanları yazmak durumunda bırakmasın. Sizlerden bir dileğim de mümkün olan en kısa zamanda Çanakkale’yi ve oradaki şehitlikleri, siperleri ziyaret etmeniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder