BATI
ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATI
TANZİMAT
DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI
17. yüzyıldan itibaren hızla
gerilemeye başlayan Osmanlı İmparatorluğu, bu olumsuz gidişi durdurabilmek
amacıyla Avrupa’nın uygarlık, bilgi ve kültüründen yararlanarak; özellikle ordu
ile ilgili kurumlarda bazı yenilikler yapmıştır. 19. yüzyıldan itibaren de
devletin idare ve kültür kurumlarında, Avrupa örnek alınarak birtakım
yenilikler yapılmıştır. Bu yenilik hareketlerinden beklenen yarar sağlanamadığı
için I. Abdülmecit döneminde, devlet kurumlarının Batı esaslarına göre yeni
baştan düzenlenmesi gerektiği düşünülmüş ve yapılacak yeniliklerin ana
çizgileri 3 Kasım 1839’da Tanzimat Fermanı (Gülhane Hattı Hümayunu) adıyla
yayımlanmıştır.
Tanzimat Fermanı yayımlandıktan
sonra, son yıllarda eski niteliklerini yitiren medreselerin yerine, Avrupa’daki
eğitim kurumları örnek alınarak birçok yeni okul açılır: Darü’l Fünun
(Üniversite), Encümen-i Dâniş (Bilimler Akademisi), Mekteb-i Mülkiye, Dârü’l
Muallimât, Galatasaray Sultanisi vb.
Öte yandan, Avrupa’nın çeşitli
başkentlerine gönderilen büyükelçiler aracılığıyla Batı edebiyatından çeşitli
türlerde çevirilerin yayınlanmasıyla Türk okuru Batı edebiyatıyla da tanışır.
1832’de açılan “Tercüme
Odası”nda dil öğrenen gençler yanında, değişik alanlarda öğrenim görmek üzere
Avrupa’ya gönderilen gençlerin Batı edebiyatına ilgi göstermeleri sonucu, Divan
edebiyatından farklı bir edebiyat anlayışı ortaya çıkmaya başlar.
1860’ta İbrahim Şinasi ile
Âgâh Efendi’nin “Tercüman-ı Ahvâl” adlı ilk özel gazeteyi çıkarmalarıyla
Tanzimat Edebiyatı başlar. 1839’dan 1860’a kadar geçen süre Tanzimat
edebiyatının hazırlık dönemi olarak kabul edilir. Tanzimat edebiyatı kendi
içinde “birinci dönem” ve “ikinci dönem” olmak üzere ikiye ayrılır.
I.
Dönem Tanzimat Edebiyatı (1860-1876)
1)
Tanzimat edebiyatının ilk dönem sanatçıları Namık Kemal, İbrahim Şinasi,
Ziya Paşa, Şemsettin Sami, Ahmet Vefik Paşa, Ahmet Cevdet Paşa, Ahmet Mithat
Efendi, Ali Suavi, Direktör Ali Bey’dir.
2)
Birinci dönem Tanzimatçılar, “Sanat toplum içindir.” anlayışını
benimsemişlerdir.
3)
İlk dönem sanatçılarının kimi klasizmin (Şinasi), kimi de romantizmin (N.
Kemal) etkisinde kalmıştır.
4)
Bu dönem sanatçıları “uygarlık, hak, adalet, kanun, özgürlük, devletle
yurttaşların karşılıklı hak ve ödevleri, erdem, vatan sevgisi, gençlerin kendi
başlarına evlenme kararı verememelerinin yarattığı sorunlar, çok olumsuz
şartlarda yaşamak zorunda olan kadınlar” gibi konuları ele almıştır.
5)
Halkı eğitmeyi amaçladıkları için sade dilde ürün vermek istemişler; ancak bu
konuda çok da başarılı olamamışlardır. Bununla birlikte sahnelenmek amacıyla
yazdıkları tiyatro eserleriyle gazete türlerinde, diğer edebi türlere (şiir,
roman vb) göre daha sade bir dil kullanmışlardır.
6)
Romantizmin etkisinde kalan yazarlar; romanlarında rastlantılara çokça yer
vermiş, kendilerini gizleme gereği duymamış, olayın akışını durdurarak kimi
zaman okuyucuya seslenmiş, olaylar içinde gereksiz bilgiler vermiş, bazen
olayın geçtiği yerleri olaylardan kopuk şekilde tasvir etmişlerdir (betimlemişlerdir).
Romantizmin de etkisiyle roman kişilerini tek yönlü olarak tanıtan –iyiler her
zaman iyi, kötüler her zaman kötü- yazarlar, kötüleri cezalandırıp iyileri
ödüllendirmişlerdir.
7)Divan
şiiri anlayışına karşı çıkmalarına rağmen, şiirin biçimiyle ilgili hiçbir
değişiklik gerçekleştirememişlerdir. Ölçü aruz ölçüsüdür. nazım birimi
beyittir. Divan edebiyatı nazım türlerini (gazel, kaside, mesnevî vb) de
kullanmaya devam etmişlerdir. Bununla birlikte bu dönemde şiirlere, işlenen
konuya veya temaya uygun başlıklar verilmeye başlanmıştır. Namık Kemal’in
“Hürriyet Kasidesi, Vatan Şarkısı, Vaveylâ” adlı şiirleri buna örnektir. Ayrıca
hece ölçüsüyle şiir yazma denemeleri de görülür. Yine bu dönemde “özgürlük,
hak, adalet, eşitlik vb” kavramların ilk kez şiirde tema olarak işlenmesi,
şiirde anlam bütünlüğüne önem verilmesi, Divan şiirine göre daha sade bir dil
kullanılması, sanatlı söyleyişlerin az da olsa terk edilmesi gibi yenilikler,
şiirin içeriğiyle ilgili önemli gelişmelerdir.
8)Bu
dönemde roman türüne oranla daha çok gelişen tiyatro türünde; komedilerde
klasizmin, dramlarda romantizmin izleri görülür. Çoklukla “vatan, aile, gelenek
ve görenekler” gibi konular işlenmiştir. Halka seslenildiği için, özellikle
sahnelenmek amacıyla yazılan tiyatro eserlerinin dili daha sadedir.
9)
Gazetecilik, Tanzimat edebiyatının ilk döneminde hızlı gelişen alanlardan
biridir. Kullanılan dil daha sadedir. Gazetelerde makale, fıkra, eleştiri gibi
yazı türlerine yer verilmiştir.
II.
Dönem Tanzimat Edebiyatı (1876-1896)
1876’da İkinci Meşrutiyet’in ilânıyla
birlikte Tanzimat edebiyatının ikinci dönemi başlar. Bu dönemde, ilk dönemden
farklı bir edebiyat anlayışı gelişir.
1)
Recaizâde Mahmut Ekrem, Abdülhak Hâmit Tarhan, Samipaşazâde Sezaî, Nabizâde
Nazım, Muallim Naci bu dönemin önemli edebi şahsiyetleridir. “Sanat,
sanat içindir.” anlayışını benimsemişlerdir.
2)
“Okunmak için yazılan tiyatro eserlerinde” dil süslü bir nitelik gösterir.
Bilhassa Abdülhak Hâmit Tarhan, tiyatro eserlerini, “oynanmak için değil,
okunmak için” yazdığını söylemiştir. Manzum tiyatro da görülür.
3)
Şiire, “Her şey şiirin konusu olabilir.” ilkesini getirmişlerdir.
Özellikle “varlık, yokluk, aşk, doğa” gibi soyut ve somut konular işlenmiştir.
Dil daha süslü bir nitelik gösterir. “Göz için değil, kulak için kafiye”
anlayışı benimsenir. Sanatlı söyleyişe önem verilir. Batı edebiyatından alınan
kimi nazım türleri de kullanılır.
4)
Bu dönemde gazetecilik geriler. Buna karşılık dergicilik gelişir ve mizah
dergileri çoğalır.
5)
Bu dönem sanatçıları realizmden etkilendikleri için gözleme önem vermişlerdir.
Bu nedenle olağanüstü olaylar ve kişiler yerine; roman ve hikâyelerde anlatılan
her şeyin gerçek ya da gerçeğe uygun olmasına dikkat edilmiştir. Roman ve
özellikle küçük hikâye türü gelişmiştir.
6)
Bu dönemde genellikle ağır bir dil kullanılmıştır.
TÜRK
EDEBİYATINDA İLKLER
Tanzimat edebiyatı, çok sayıda edebi
türde ilk ürünlerin de verildiği bir dönemdir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son
döneminde yayınlanan ilk edebi ürünler şunlardır:
Gazete:
1-İlk
resmi gazete: Takvim-i Vakâyi (1831)
2-İlk
yarı resmi gazete: Ceride-i Havadis (1840)
3-İlk
özel gazete: Tercüman-ı Ahvâl (1860, Şinasi ve Âgâh Efendi)
4-Yurt
dışında çıkarılan ilk Türk gazetesi: Hürriyet (1868, Namık Kemal ve Ziya Paşa)
Dergi:
1-
İlk dergi: Mecmua-yı Fünun (Münif Paşa)
2-
İlk edebi dergi: Servet-i Fünun (1891-1944, Tevfik Fikret ve H. Cahit Yalçın)
Roman:
1-İlk
çeviri roman: Telemaque – (Yazarı: Fenelon) (Çeviren: Yusuf Kâmil Paşa)
2-İlk
yerli roman: Taaşşuk-ı Talât ve Fitnat (1872, Şemsettin Sami)
3-İlk
edebi roman: İntibah (1876, Namık Kemal, romantizmin etkisinde)
4-Batı
teknikli ilk roman: Aşk-ı Memnu (Halit Ziya) (Servet-i Fünûn Edebiyatına ait)
5-İlk
köy romanı: Karabibik (Nabizâde Nazım)
6-İlk
psikolojik roman: Eylül (Mehmet Rauf) (Servet-i Fünûn Edebiyatına ait)
7-İlk
tarihsel roman: Cezmi (Namık Kemal)
8-İlk
natüralist roman: Zehra (Nabizâde Nazım)
9-İlk
realist roman: Araba Sevdası (1896, Recaizâde Mahmut Ekrem)
Tiyatro:
1-Batılı
tarzda ilk yerli tiyatro eseri: Şair Evlenmesi (Şinasi)
2-Sahnelenen
ilk tiyatro eseri: Vatan yahut Silistre (Namık Kemal)
Hikâye:
1-İlk
hikâye: Letâif-i Rivayat (Ahmet Mithat)
2-İlk
edebi hikâye: Küçük Şeyler (Samipaşazâde Sezai)
Diğer İlkler:
1-İlk
makale: Mukaddime (Tercüman-ı Ahvâl Mukaddimesi) (1860, Şinasi)
2-İlk
şiir çevirisi: Tercüme-i Manzume (1859, Şinasi)
3-Noktalama
işaretlerinin ilk kullanımı: Şinasi (Şair Evlenmesi)
4-İlk
gezi yazısı: Avrupa’da Bir Cevelan (Ahmet Mithat)
5-İlk
eleştiri yazısı: Şiir ve İnşa (Ziya Paşa)
6-İlk
eleştiri eseri: Tahrib-i Harabat (Namık Kemal)
7-İlk
hatıra: Magosa Hatıraları (Namık Kemal)
8-İlk
atasözü derlemesi: Durûb-ı Emsâl-i Osmaniye –Osmanlı Atasözleri- (Şinasi)
9-İlk
edebiyat tarihi: Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye (1889, Abdülhalim Memduh)
TANZİMAT
EDEBİYATI BİRİNCİ DÖNEM SANATÇILARI
Tanzimat Edebiyatının birinci dönem
sanatçıları; Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Mithat Efendi, Ahmet Vefik
Paşa, Ahmet Cevdet Paşa, Şemsettin Sami, Direktör Ali Bey, Ali Suavi’dir.
ŞİNASİ
(1826-1871)
Şinasi, Batı etkisindeki Türk
edebiyatının öncüsü sayılmıştır. Edebiyatımızda modernleşme onunla başlar.
Şinasi “ilkler adamı”dır. İlk yerli tiyatro, ilk makale onundur. İlk özel
gazeteyi (Agâh Efendi ile birlikte) o çıkarmıştır. Noktalama işaretlerini ilk
defa o kullanmıştır. İlk atasözleri derlemesini, Fransızcadan ilk şiir
çevirisini o yapmıştır.
Şinasi klasizm akımından
etkilenmiştir. Şiirlerinde ve nesirlerinde düşünceyi ve anlaşılmayı ön
planda tutmuş, dilde sadeleşme çabalarını başlatmıştır. Fakat asıl ününü
gazetecilik alanındaki çalışmalarına borçludur. Düşünceleriyle Namık Kemal’i
etkilemiştir. “Sanat toplum içindir” anlayışına bağlıdır.
ESERLERİ: Şair Evlenmesi (tiyatro), Müntehabât-ı Eş’ar
(şiir), Durûb-ı Emsal-i Osmaniye (atasözleri derlemesi), Tercüme-i Manzume
(şiir çevirisi), Tercüman-ı Ahvâl Mukaddimesi (makale), Kamûs-ı Osmanî
(sözlük-tamamlayamamıştır).
ZİYA
PAŞA (1829-1880)
Ziya Paşa da diğer Tanzimat sanatçıları
gibi doğu (Divan Edebiyatı) kültürüyle yetişmiştir. “Yeni” ile “eski” arasında
git-gel yaşamıştır. “Şiir ve İnşa” adlı makalesinde halk edebiyatını ve halk
şiirini övmüştür. Fakat daha sonra yazdığı “Harabat” adlı divan şiiri
antolojisinin ön sözünde bu defa divan edebiyatını yüceltmiştir. (Bu
antolojinin yayımlanmasından sonra Namık Kemal; önce “Tahrib-i Harabat” ve daha
sonra “Takip” adlı eserleriyle Ziya Paşa’nın tavrını eleştirmiştir.)
Ziya Paşa, şiirlerini divan edebiyatı
nazım şekilleriyle ve genellikle de aruz ölçüsüyle yazmıştır. (Heceyle yazdığı
şiirleri de vardır.) Onun bilhassa Bağdatlı Ruhî’ye nazire olarak yazdığı
“Terkib-i Bend” adlı uzun şiiri ünlü ve önemlidir. Gerek sosyal gerekse
metafizik konularda yazdığı şiirlerindeki ahlâkçı ve filozofça tutumuyla Ziya
Paşa, divan şiirindeki “hakimane (hikemî-hikmetli) şiirin” son temsilcisi ve
halk filozofu unvanını kazanmıştır. Onun bu tarz şiirlerinde geçen birçok beyit
veya dizesi zamanla vecize (özdeyiş) haline gelmiştir. (Ayinesi iştir kişinin
lâfa bakılmaz / Kişinin görünür rütbe-i aklı eserinde)
Ziya paşa şiirleriyle toplumdaki
olumsuzlukları eleştirmiş ve felsefî konuları ele almıştır. Bu tür şiirlerinde
“hak, hürriyet, adalet, ahlâk, medeniyet” gibi kavramları işlemiştir. Dönemin
yöneticilerine (bilhassa dönemin sadrazamı Ali Paşa’ya) yönelik hicivler
(Zafername) yazmıştır. Sanatı toplum yararına kullanmaya çalışmıştır. Romantizm
akımından etkilenen Ziya Paşa, Batıdan çeviriler de yapmıştır. Yurt dışında
ilk Türkçe gazeteyi de (Namık Kemal’le birlikte Londra’da “Hürriyet” adıyla) o
çıkarmıştır.
ESERLERİ:
Eş’ar-ı
Ziya
(şiir), Harabat (antoloji), Zafername (nazım-nesir karışık
hiciv), Defter-i Âmâl (hatıra), Şiir ve İnşa (makale),
Veraset Mektupları (mektup), Endülüs Tarihi, Engizisyon Tarihi, Emil, Tartüf…
(çeviri).
NAMIK
KEMAL (1840-1888)
Türk edebiyatında “vatan şairi” olarak
tanınır. Divan edebiyatı anlayışıyla şiirler yazmaktayken Şinasi ile tanışmış
ve kendisinden etkilenmiş, Batı edebiyatına yönelmiştir.
“Toplum için sanat” anlayışıyla eser veren şair; “şiir, roman, eleştiri, tarih,
makale, biyografi” gibi farklı türlerde yazmıştır. Hikâye türünde ise
yazmamıştır. Eserlerinde vatan, hürriyet, eşitlik, doğruluk, adalet gibi
konuları işlemiştir. Tasvir-i Efkâr gazetesini Şinasi’den devralmıştır. Bu
gazetede yayımlanan “Lisan-ı Osmanînin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazatı
Şâmildir” adlı makalesi, Millî Edebiyat hareketinin dil anlayışını belirleyecek
seviyede bir içeriğe sahiptir.
Namık Kemal, Tanzimat edebiyatının gür
sesli ve mücadeleci şairidir. Samimi, coşkulu ve dürüsttür.
Tanzimatın diğer birinci dönem sanatçıları gibi, dilde sadeleşmeyi savunsa da
bilhassa şiirlerinde epeyce ağır denebilecek bir dil kullanmıştır. Tiyatro ve
romanlarında ise daha sade bir dil görülür.
Namık Kemal, romantizm akımının
etkisindedir. Edebiyatımızdaki ilk edebî roman
(İntibah), ilk tarihî roman (Cezmi), sahnelenen ilk tiyatro (Vatan yahut
Silistre), ilk eleştiri kitabı (Tahrib-i Harabat) onundur. Magosa’da yazdığı
mektuplar Batılı anlamda hatıra türünün ilk örnekleri sayılmaktadır. Yurt
dışında ilk Türkçe gazeteyi (Ziya Paşa ile birlikte Londra’da “Hürriyet”
adıyla) o çıkarmıştır. “Vatan Makalesi” adlı yazısı önemlidir. Şiirlerinde
hem konu hem de şekil bakımından yenilikler görülür. Heceyi kullanmışsa da
genelde aruzla yazmıştır. Tiyatro türünü önemsemiş, tiyatronun “eğlencelerin
en faydalısı” olduğunu söylemiştir. Tiyatroyla ilgili düşüncelerini
Celaleddin Harzemşah adlı piyesinin ön sözünde açıklamıştır.
Namık Kemal; “Zavallı Çocuk”ta, genç bir
kızın, yaşlı ve zengin biriyle görücü usulüyle evlendirilmek istenmesini; “Akif
Bey”de, vatan sevgisinin kişisel mutluluktan önce geldiğini; “Gülnihal”de,
baskıya karşı duyduğu tepkiyi; “Cezmi”de, Kırım Hanı Adil Giray’ın hayatını;
“Celâlettin Harzemşah”ta İslâm birliği düşüncesini anlatır.
ESERLERİ
Roman: İntibah, Cezmi Tiyatro:
Vatan yahut Silistre, Celaleddin Harzemşah, Zavallı Çocuk, Kara
Belâ, Gülnihal, Akif Bey. Tenkit
(Eleştiri): Tahrib-i Harabat, Takip, İrfan Paşaya Mektup, Renan
Müdafaanamesi. Hatıra (Anı): Magosa
Mektupları Biyografi: Evrak-ı
Perişan (Fatih, Yavuz ve Selâhaddin Eyyubî’yi anlatır). Tarih: Osmanlı Tarihi, Büyük İslâm Tarihi, Kanije, Silistre Muhasarası,
Devr-i İstila.
AHMET
MİTHAT EFENDİ (1844-1912)
“Yazı makinesi” olarak da tanınan Ahmet
Mithat Efendi, döneminin en çok eser veren yazarıdır.
İki yüze yakın eser yazmıştır. Eserlerini “halk için roman” anlayışıyla
kaleme almıştır. Romantizm akımının etkisindedir. Romanlarında
okuyucuya bilgi vermek amacıyla yer yer olay akışını kesmiştir. Eserleri teknik
ve üslûp bakımından zayıftır. Zaten kendisi de, “Sanat değeri yüksek eserler
okumak isteyenler Recaizade’yi okusun” demiştir. O, “milletin öğretmeni”
olmayı ve halka kitap okutmayı amaçlamıştır. Hayatını kalemiyle kazanan ilk
yazarımızdır. Evini matbaa hâline getirmiş, kendi eserlerini kendisi basmıştır.
Tercüman-ı Hakikat gazetesini çıkarmıştır. Dili büyük ölçüde sadedir. Felâtun
Bey ile Rakım Efendi romanında yanlış Batılılaşmayı eleştirmiştir.
Romanlarında ahlâk ve sosyal adalet kavramlarına önem vermiştir. Servet-i
Fünuncuları eleştirmek amacıyla yazdığı “Dekadanlar” başlıklı yazısı, onunla
Hüseyin Cahit Yalçın arasında büyük bir tartışma başlatmıştır.
Ahmet Mithat; tarih, coğrafya, biyoloji,
astronomi, fizik, iktisat, felsefe ve din konularında halkın bilgi ihtiyacını
karşılamaya çalışmıştır. Hiç şiir yazmamıştır.
ESERLERİ:
Letaif-i
Rivayat, Kıssadan Hisse (hikâye-yirmi beş cilt), Felâtun
Bey ile Rakım Efendi, Henüz On Yedi Yaşında, Hasan Mellah, Hüseyin Fellah,
Dünyaya İkinci Geliş, Jön Türk, Paris’te Bir Türk, Yeniçeriler, Süleyman
Musli, Esrar-ı Cinayât, Dürdane Hanım…(roman), Avrupa’da Bir Cevelan
(gezi yazısı), Eyvah, Çengi, Çerkez Özdenler (tiyatro), Beşir Fuat (biyografi).
AHMET
VEFİK PAŞA (1823-1891)
Ahmet Vefik Paşa, dilde ve edebiyatta
Türkçülük-milliyetçilik akımının en önemli temsilcilerindendir. Tiyatro
tarihimizde önemli bir yeri vardır. Moliere’den çok sayıda tiyatro eserini
çevirmiş veya uyarlamıştır. Bursa valiliği yıllarında burada yaptırdığı
tiyatro binasında, çevirdiği veya uyarladığı eserleri oynattırmış, halkı
tiyatroya gitmeye teşvik etmiştir. Bu bakımdan Türk tiyatrosunun kurucusu
sayılmaktadır. Anadolu Türkçesindeki kelimeleri toplayarak “Lehçe-i Osmanî”
adlı Anadolu Türkçesinin ilk sözlüğünü hazırlamıştır. Klasizm akımından
etkilenmiştir. ESERLERİ: Zor
Nikâh, Zoraki Tabip, Kadınlar Mektebi, Kocalar Mektebi, Savruk, Yorgaki
Dandini, Azarya, Meraki, Tabib-i Aşk…(tiyatro-çeviri ve uyarlama), Lehçe-i
Osmanî (sözlük), Şecere-i Türkî (tarih- Türklerin Soykütüğü-Ebulgazi
Bahadır Han’dan)
AHMET
CEVDET PAŞA (1822-1895)
Ahmet Cevdet Paşa, İstanbul’a gelerek
burada iyi bir medrese eğitimi almış ve kendini çok iyi bir şekilde yetiştirmiş
önemli bir tarih yazarımızdır. Peygamber kıssalarını (hikâyelerini) Kısas-ı
Enbiya adlı eserinde toplamıştır. Fakat asıl önemli eseri “Tarih-i
Cevdet”tir. Tarafsızlığa büyük önem vermiş, dilde sadeleşme çabalarını
desteklemiştir.
ESERLERİ:
Tarih-i
Cevdet, Kısas-ı Enbiya, Belâgat-i Osmaniye, Kavaid-i
Osmaniye.
ŞEMSETTİN
SAMİ (1850-1904)
Şemsettin Sami, dil, sözlük ve
ansiklopedi alanlarında yaptığı çalışmalarla tanınan bir yazarımızdır.
Türk dilinin gelişmesi, sadeleşmesi, dil bilgisi kurallarının derlenip
toplanması ve Türkçenin kapsamlı bir sözlüğe kavuşması için çalışmıştır. Sözlük
ve ansiklopedi dışında roman, piyes ve makale türlerinde de eser vermiş,
çeviriler yapmıştır. Edebiyatımızdaki ilk yerli roman (Taaşşuk-ı Talât ve
Fitnat) onundur. Göktürk Yazıtlarını günümüz Türkçesine çevirerek edebiyatımıza
büyük bir katkıda bulunmuştur. Kamus-ı Türkî, ilk kapsamlı ilmî
sözlüğümüzdür.
ESERLERİ:
Taaşşuk-ı
Talât ve Fitnat (roman), Kamus-ı Türkî, Kamus-ı
Âlâm, Kamus-ı Fransevî, Kamus-ı Arabî (sözlük), Sefiller, Robinson (çeviri),
Seydi Yahya, Gave, Besa yahut Ahde Vefa (tiyatro).
ALİ
SUAVÎ (1839-1878)
Muhbir gazetesindeki yazılarında sade
bir dil kullanarak Tanzimat dönemindeki dilde Türkçülük hareketine öncülük
etmiştir. Milliyetçilik düşüncesinin kökleşmesine çalışmıştır. “Hive Hanlığı” adlı eserinde milliyetçi
yönü öne çıkar. “Kamusü’l-Ulûm ve’l-Maarif” (Bilim ve Kültür Sözlüğü) adlı bir
ansiklopedisi vardır.
DİREKTÖR
ALİ BEY (1844-1899)
Direktör
Ali Bey, tiyatro alanındaki çalışmaları ve bilhassa “Ayyar Hamza” adlı uyarlamasıyla tanınır. Diğer önemli eserleri;
Kokona Yatıyor (tiyatro) ve Seyahat Jurnali’dir. (günlük-Batılı anlamda ilk
günlük sayılmaktadır)
TANZİMAT
EDEBİYATI İKİNCİ DÖNEM SANATÇILARI
Tanzimat Edebiyatının İkinci Dönem
Sanatçıları; Abdülhak Hâmit Tarhan, Recaizade Mahmut Ekrem, Samipaşazade
Sezai, Nabizade Nazım ve Muallim Naci’dir.
ABDÜLHAK
HÂMİT TARHAN (1852-1937)
Abdülhak Hâmit Tarhan, “sanat için
sanat” anlayışına bağlıdır. Süslü ve sanatlı bir dili vardır. Romantizmin
etkisindedir. “Şair-i Azam” (Büyük Şair) olarak tanınır. Şiirlerinde
tezatlara yer vermiş, şaşırtmacadan yararlanmıştır. Aruzun yanında heceyi de
kullanmıştır. İlk pastoral şiirimiz olan “Sahra”yı o yazmıştır. Edebiyatımızdaki ilk kafiyesiz şiir örneği
olan “Validem” de onundur.
Şiirlerinde “aşk, doğa, vatan sevgisi” gibi konuların yanı sıra “ölüm” konusunu
da yoğun biçimde işlemiş, felsefî şiirler yazmıştır. Tanzimat Edebiyatının
birinci döneminde başlayan; şiirin içeriğine yönelik yeniliklere, şiirin
şeklinde yapılan yenilikleri de eklemiştir. Şiirlerinde zengin bir lirizm
vardır.
Abdülhak Hâmit Tarhan, şiirlerinin yanı
sıra tiyatro türünde de eser vermiştir. Fakat tiyatroları sahne tekniğine uygun
değildir. Zaten kendisi de bunları, “oynanmak için değil okunmak için”
yazdığını söylemiştir. Tiyatro eserlerinden bazıları düzyazı biçiminde,
bazıları ise aruz veya heceyle manzum olarak yazılmıştır. Hece ölçüsüyle
kaleme alınan ilk manzum tiyatro örneği olan “Nesteren”i o yazmıştır.
Tiyatrolarında tarihî konuların yanı sıra metafizik konuları da işlemiştir.
ESERLERİ
Şiir: Makber, Sahra, Ölü, Bunlar Odur,
Divaneliklerim yahut Belde, Bâlâdan Bir Ses…
Tiyatro: Eşber,
İçli Kız, Fitnen, Nesteren, Duhter-i Hindu, Tezer,
Macera-yı Aşk, Sabr-ü Sebat, İlhan…
RECAİZADE
MAHMUT EKREM (1847-1914)
Tanzimat Edebiyatının ikinci döneminin
öncü üyesidir. “Üstat Ekrem” diye anılmıştır. Şiir, hikâye, roman,
tiyatro, eleştiri türlerinde eser vermiştir. “Her güzel şey şiirin konusu
olabilir.” diyerek Türk şiirinin konusunu genişletmiştir. “Sanat için sanat”
anlayışına bağlıdır. Şiirlerinde romantizmin, romanlarında realizmin
etkisindedir. Edebiyatımızdaki ilk realist roman kabul edilen “Araba
Sevdası”nda “Bihruz Bey” karakterinden hareketle yanlış Batılılaşmayı
eleştirmiştir. Muallim Naci ile “eski-yeni” tartışmasına girmiş; yeni edebiyatı
ve “kulak için kafiye” anlayışını savunmuştur. Bu tartışmalar sırasında
etrafında toplanan genç şair ve yazarlar üzerinde etkili olan Ekrem, bir bakıma
Servet-i Fünûn edebiyatının hazırlayıcısı olmuştur. “Talim-i Edebiyat” adlı, edebiyat bilgilerini içeren bir ders
kitabı yazmıştır.
ESERLERİ
Şiir: Zemzeme (üç cilt), Nijad Ekrem
(ölen oğlu için yazmıştır), Yadigâr-ı Şebab, Name-i Seher,
Pejmürde. Tiyatro: Çok Bilen Çok
Yanılır, Afife Anjelik, Atala, Vuslat yahut Süreksiz Sevinç
Roman: Araba
Sevdası Hikâye:
Muhsin
Bey, Şemsa. Eleştiri:
Takdir-i Elhan (Muallim Naci ile tartışmaları)
SAMİ
PAŞAZADE SEZAİ (1860-1936)
Sami Paşazade Sezai, Tanzimat
Edebiyatının roman ve hikâye yazarıdır. Yenileşme edebiyatımıza emeği
geçenlerden Sami Paşa’nın oğludur. “Sergüzeşt”
(maceralar, baştan geçenler) adlı ünlü romanında; Kafkasya’dan kaçırılıp
İstanbul’a getirilen ve sonra da kaderi kendisini Mısır’a sürükleyen Dilber
adlı bir kızın acıklı hayat hikâyesi anlatılır. Bu roman edebiyatımızda, romantizmden
realizme geçişin de örneğidir.
Sami Paşazade Sezai, Batılı anlamda ilk
hikâye kitabı kabul edilen “Küçük
Şeyler”in de yazarıdır. “Hiç, Düğün, Kediler, Pandomima,
Bu Büyük Adam Kimdir?” gibi tanınmış hikâyeleri bu kitaptadır. Hikâyelerindeki
teknik, romanındaki teknikten daha güçlüdür. Küçük, önemsiz, şaşırtıcı
konuları; olmuş, olması mümkün olayları, ruh çözümlemeleriyle, tabiî ve günlük
konuşma diliyle işlemiştir.
ESERLERİ
Roman: Sergüzeşt. Hikâye: Küçük Şeyler. Tiyatro:
Şîr (Arslan). Gezi notları, sohbet,
hatıra karışımı: Rumûzü’l Edeb.
NABİZADE
NAZIM (1862-1893)
Nabizade Nazım, “köy romanı”nı,
realist-natüralist bir anlayışla edebiyatımıza ilk getiren yazardır.
Edebiyatımızdaki “ilk köy romanı” olan “Karabibik”
onundur. Yine edebiyatımızdaki “ilk natüralist roman” kabul edilen “Zehra”yı da o yazmıştır.
ESERLERİ Roman: Karabibik, Zehra.
MUALLİM
NACİ (1850-1893)
Muallim Naci, şiirimizin özünü
neoklasizme (yeni klasizm) götürmek gayesindedir. Klasik şiirleri kadar, modern
şiirleri de zamanımızda geniş ilgi uyandırmıştır.
19. yüzyılın ikinci yarısındaki şairlerimizin en büyüklerinden sayılır.
Edebiyatımızdaki aşırı değişme dönemi içinde tutumu iyi anlaşılmamış; yeni
sanata düşman, eskiye sıkı sıkıya bağlı bir şair olarak düşünülmüştür. Bununla
birlikte, Divan edebiyatına Batılı bir görüşle, ilk bilinçli dönüşü o yapar.
İlk şiirlerinde Nedim’in şuh edasıyla Nabi’nin hikmetli tarzı kaynaşır. Yeni
bir söyleyiş kazanan sonraki şiirlerinde ise, çağdaşları A. Hâmit ile Recaizade
Ekrem gibi, şiirin konusunu genişletmeye çalışır. Tabiat tasvirlerine önem
verir. Aruzu kusursuz olarak Türkçeye uygular. Kuralsız nazım şekilleri bile
kullanır. Çocukluk hatıralarını anlattığı “Ömer’in Çocukluğu”nda, dilimizin nesir alanındaki en güzel
örneklerinden birini verir. Edebiyatımızdaki “ilk köy şiiri” de (Köylü Kızların Şarkısı) onundur.
Muallim Naci, Recaizade Mahmut Ekrem ile
girdiği, “kafiye göz için mi yoksa kulak için mi olmalıdır” tartışmasıyla da
ünlüdür. R. M. Ekrem’in “Zemzeme”sine karşılık “Demdeme”yi yazmıştır.
ESERLERİ
Şiir: Ateşpare, Şerare, Füruzan. Hatıra: Ömer’in Çocukluğu Eleştiri: Demdeme, Muallim. Sözlük: Istılahat-ı Edebiye,
Lûgat-ı Naci.
SERVET-İ
FÜNÛN EDEBİYATI (EDEBİYAT-I CEDÎDE)
Batı etkisinde gelişen Türk edebiyatının
ikinci aşaması Servet-i Fünûn (Edebiyat-ı Cedîde) dönemidir. Edebiyat-ı Cedîde
(Yeni Edebiyat) sanatçılarının özelliklerini belirleyen şartlar
Tanzimatçılar’ınkinden oldukça farklıdır. 1896-1901 yıllarını kapsayan Servet-i
Fünûn döneminin sanatçıları, gördükleri öğrenim yönüyle Tanzimatçılar’dan
ayrılırlar. Tanzimatçılar, daha çok özel öğretmenler elinde veya
“kalem”lerde yetiştikleri halde, Servet-i Fünûn şair ve yazarları Galatasaray
Sultanîsi ile Bahriye, Tıbbiye ve Mülkiye gibi o dönemin en iyi eğitim ve
öğretim kurumlarında yetiştiler. Batı dillerini ve edebiyatlarını buralarda
öğrendiler. Bundan dolayı, bu genç nesil Batı’yı daha yakından izlemiş ve
tanımıştır.
Servet-i Fünûn döneminde dergicilik ön
plana çıkar, yayınlanan dergilerin sayısı artar, gazetecilik geriler.
Dergilerde çoğunlukla bilim, fen, teknik ve sağlık konularında yazılar yer
alır. Muallim Naci’nin çıkardığı “Malûmat” ile Ahmet İhsan’ın kurduğu
“Servet-i Fünûn” dönemin en ünlü dergileridir.
Recaizâde Mahmut Ekrem’in
öğrencilerinden bir genç şairin, “kafiye göz için değil, kulak içindir”
anlayışıyla yazdığı bir şiire, “kafiye göz içindir” diyenler, Malûmat
dergisinde şiddetle karşı çıktılar. Bunun üzerine Recaizade Mahmut Ekrem, bu
genç şairi savundu ve “kulak için kafiye” anlayışına destek verdi. Böylece
özelde Muallim Naci ile Recaizade Mahmut Ekrem; fakat genelde Malûmat dergisi
ile Servet-i Fünûn dergisi arasında, “eski edebiyat-yeni edebiyat ekseninde”
şiddetli tartışmalar yaşandı. Yeni edebiyatı savunan genç şair ve yazarlar
Servet-i Fünûn dergisi etrafında toplandı. Recaizade Mahmut Ekrem’in
isteğiyle bu derginin başına Tevfik Fikret geçti (1896) ve dergi bir edebiyat
dergisine dönüştü. Dolayısıyla R. M. Ekrem, Servet-i Fünûn Edebiyatının hazırlayıcısı
oldu. Halit Ziya, Mehmet Rauf, Cenap Şahabeddin, Hüseyin Cahit, Süleyman Nazif,
Ahmet Hikmet, Celâl Sahir gibi genç yetenekler dergi çevresinde bir araya
geldi.
Servet-i Fünûn dergisi, Hüseyin Cahit’in
yayımladığı “Edebiyat ve Hukuk” başlıklı bir çeviri yazısı dolayısıyla 1901
yılında süresiz olarak kapatıldı. Topluluk da böylece dağıldı.
Servet-i Fünûn edebiyatçıları, “sanat
için sanat” anlayışıyla eser verdiler. Şiirde sembolizm ve
parnasizm; nesirde ise realizm ve natüralizm akımlarının etkisinde kaldılar.
Karamsar duygularla hayal kırıklıkları yanında, bir türlü gerçekleşemeyen cılız
umutları dile getirdiler.
Manzum
Eserler (Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler-Şiir)
Servet-i Fünûn döneminde; şiirde konu ve
şekil yönünden büyük yenilikler yapıldı. Tanzimat edebiyatının ikinci dönem
sanatçılarından R. M. Ekrem’in, “Güzel olan her şey şiirin konusu olabilir.”
anlayışıyla hareket edildi. Sanat için sanat anlayışına uygun olarak aşk, doğa
gibi bireysel konular işlendi, tabiat tasvirlerine bolca yer verildi. (Sadece
Tevfik Fikret, 1901’den itibaren sosyal meseleleri ele alıp işledi.) Aydınlara
seslenen, sadece onların anlayabileceği ağır bir dil kullanıldı. Şiirde,
resim sanatından etkilenildi, resmi andıran tabiat tasvirleri yapıldı.
Musikiye, şekil kusursuzluğuna önem verildi. Hece ölçüsü denenmekle birlikte
ağırlıklı olarak aruz ölçüsü kullanıldı. Sone ve terza rima gibi, Batı’dan
alınan nazım şekilleri ilk defa bu dönemde kullanıldı. Serbest müstezattan
yaygın şekilde yararlanılarak nazım nesre yaklaştırıldı. Cümleler, bazen
birkaç mısraya yayıldı veya mısranın ortasında bitirildi (anjamban). Bunun
sonucunda “mensur şiir”ler ortaya çıktı. Edebiyatımızdaki ilk mensur şiir örnekleri
(Halit Ziya tarafından) bu dönemde verildi. Ayrıca manzum hikâye örnekleri
de verilmeye başlandı. Tevfik Fikret’in “Balıkçılar” şiiri gibi. Şiirde, kulak
için kafiye anlayışı benimsendi. Parça güzelliği yerine “bütün güzelliği”
önemsendi. Sembolizm ve parnasizm akımlarının etkisinde kalındı. Servet-i
Fünûn şiiri dendiğinde ilk akla gelen iki isim, Tevfik Fikret ile Cenap
Şahabeddin’dir. Süleyman Nazif, Süleyman Nesip, Ali Ekrem, Hüseyin Suat,
Hüseyin Siret, Celâl Sahir gibi isimler de topluluğun diğer şairleridir.
Mensur
Eserler (Olay Çevresinde Oluşan Edebî Metinler-Hikâye, Roman, Tiyatro)
Servet-i Fünûn dönemi sanatçıları,
şiirde olduğu gibi nesirde de Fransız edebiyatçılarının etkisinde kaldılar. Realizm
ve natüralizm akımlarından etkilendiler. Eserlerinde İstanbul dışına pek
çıkmadılar. Şiirdeki karamsar hava nesirde de devam etti. Roman ve
hikâyelerde “aşk, hayal kırıklıkları, aile içi ilişkiler” gibi bireysel konular
işlendi. Kahramanlar genellikle öğrenim görmüş, sanat ve edebiyattan
anlayan kişilerden seçildi. Bu kişiler eserlerde, toplum içindeki durumlarına
uygun şekilde konuşturulup davrandırıldı. Eserlerde ayrıntılı çevre
tasvirlerine yer verildi; fakat mekân olarak İstanbul dışına çıkılmadı. Roman
ve hikâye türlerinde, teknik bakımdan Batı seviyesine bu dönemde çıkıldı. Halit
Ziya’nın; Aşk-ı Memnu, Mai ve Siyah romanları gibi. Hikâyede Maupassant
tarzına uygun örnekler verildi. Eserlerde ağır bir dil kullanıldı. Tiyatro türünde
pek bir gelişme olmadı. Tiyatro yazarı olarak sadece Hüseyin Suat’ın adı öne
çıktı.
Servet- Fünûn nesri dendiğinde ilk akla
gelen iki isim, Halit Ziya Uşaklıgil ile Mehmet Rauf’tur.
Dönemin diğer yazarları ise; Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Hikmet Müftüoğlu,
Ahmet Şuayip, Hüseyin Suat’tır.
TEVFİK
FİKRET (1867-1915)
Servet-i Fünûn edebiyatının en önemli
şairidir. Tevfik Fikret’in sanat anlayışı iki döneme
ayrılır. 1901 yılına kadar yazdığı şiirlerinde genel olarak “sanat için sanat”
anlayışına bağlıdır ve bu şiirlerinde bireysel konuları işler. Galatasaray
Sultanisinden (Lisesinde) hocası olan Recaizade Mahmut Ekrem’in tavsiyesiyle
Servet-i Fünûn dergisinin edebiyat bölümünün başına geçer (1896). Dergi,
1901 yılında Hüseyin Cahit Yalçın’ın Fransızcadan çevirerek yayımladığı
“Edebiyat ve Hukuk” başlıklı makale dolayısıyla süresiz olarak kapatılır.
İkinci Meşrutiyet’in ilânından sonra (1908) Hüseyin Cahit Yalçın ile birlikte
“Tanin” gazetesini kurar.
Fikret, bilhassa Servet-i Fünûn
topluluğunun dağıldığı 1901’den sonraki şiirlerini “toplum için sanat”
anlayışıyla yazar. Bu yıllarda sosyal ve siyasî hayatta
gördüğü olumsuzlukları; “Millet Şarkısı, Ferda, Doksan Beşe Doğru, Promete,
Sis, Hasta Çocuk, Balıkçılar, Han-ı Yağma, Tarih-i Kadim, Halûk’un Bayramı,
Nesrin” gibi şiirleriyle eleştirir. Fikret’in karamsarlığı ve iç dünyasındaki
çalkantıları şiirlerinde öne çıkar. O, aruzu Türkçeye başarıyla uygular.
Serbest müstezatı çokça kullanır, böylece beyit bütünlüğünü kırar ve anlamı
birkaç mısraya yayar. Bu yönüyle nazmı nesre yaklaştırır, hatta manzum
hikâyeler de yazar. Şiirlerinde şekil mükemmelliğine ve tasvirlere büyük önem
verir. Aynı zamanda ressam da olan Fikret, parnasizm akımından
etkilenmiştir. Onun şiirlerini; aşk ve aile şiirleri, tasvirler, metafizik
konuları işleyen şiirler, sosyal konuları işleyen şiirler ve çocuk şiirleri
şeklinde gruplandırmak mümkündür.
ESERLERİ
Şiir: Rübab-ı Şikeste, Halûk’un Defteri,
Rübabın Cevabı. Şermin (çocuklar için, hece ölçüsüyle ve sade bir
dille yazdığı şiirler)
CENAP
ŞAHABETTİN (1870-1935)
Servet-i Fünûn edebiyatının önde gelen
yazar ve şairlerindendir. Şiirlerini başlangıçta Muallim Naci, Recaizade
Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hâmit Tarhan’ın etkisinde yazmış; sonraları parnasizm
ve sembolizm akımlarından etkilenmiştir. Sanat için sanat anlayışına bağlı
kalmış ve genel olarak “aşk ve tabiat” konulu şiirler yazmıştır. Ona göre
şiir, kelimelerle yapılmış bir resimdir. Şiirin dilinin, herkesin
konuştuğu dilden ayrı bir dil olması gerektiğine inanır. Bu yüzden dili
ağırdır. Şiirlerinde musikiye de önem verir. Elhân-ı Şita (Kış Nağmeleri, Kış Ezgileri), onun en ünlü
şiiridir.
Cenap Şahabettin, 1908 yılından sonra
nesre (düzyazıya) daha çok önem vermiş; eleştirici, alaylı bir anlatımla hemen
her konuda yazılar yazmıştır. Şiirlerinde olduğu gibi, düzyazılarında da süslü
anlatıma, nükteye, zekâ gösterisine, kelime oyunlarına, her türlü söz sanatına
önem vermiştir. “Herkes gibi yazmamak, ayrı bir düşünüş, mantıkla dolu bir
fikir, özgün bir buluş” bu nesrin en belirgin özellikleridir. O, genel olarak
kuvvetli bir nitelik taşıyan özdeyişleriyle de tanınır.
ESERLERİ
Şiir: Tâmat, Evrak-ı Leyâl.
Gezi Yazısı: Hac Yolunda, Avrupa
Mektupları, Suriye Mektupları. Özdeyiş:
Tiryaki Sözleri Düzyazıları (makale,
sohbet vs.): Evrak-ı Eyyam, Nesr-i Harp, Nesr-i Sulh. Tiyatro: Yalan, Körebe, Küçük Beyler.
HALİT
ZİYA UŞAKLIGİL (1866-1945)
Servet-i Fünûn edebiyatının en büyük
nesir (düzyazı) ustasıdır. Sanatlı, süslü bir anlatımı, ağır
bir dili, çok güçlü bir iç ve dış gözlem yeteneği vardır. Pek çok türde eser
vermekle birlikte asıl başarısını roman ve hikâye türlerinde göstermiştir. Onu
Türk romancılığının babası sayabiliriz. Romanımız onunla Batılı roman tekniği
seviyesini yakalamıştır. Roman ve hikâyelerinin tekniği oldukça sağlamdır. Realizm
ve natüralizm akımlarından etkilenmiş; eserlerinde geniş tasvirlere ve
psikolojik tahlillere yer vermiştir. Romanlarının konusunu daha çok
İstanbul’daki varlıklı ve eğitimli çevrelerden; hikâyelerinin konusunu ise
halkın arasından seçmiştir. Balzac, Stendhal, G. Flaubert, E. Zola, A. Daudet,
C. Dickens, Goncourt Kardeşler etkilendiği başlıca yazarlardır. O,
edebiyatımızda “mensur şiir” türünde eser veren ilk kişidir. Roman ve
mensur şiirlerinin dili daha ağır; hikâye ve diğer türlerdeki eserlerinin dili
daha sadedir. Servet-i Fünûn nesrinin yaratıcısı, “artistik nesir”in
kurucusu odur. Bununla birlikte son yıllarında (muhtemelen Millî Edebiyat
hareketinden de etkilenerek) eserlerini sadeleştirerek yeniden yazmıştır. Diğer
taraftan Türkçe’nin alışılmış sözdizimi kurallarının dışında yeni bir sözdizimi
ile yazmış, Fransızca’nın cümle yapısını Türkçe’ye uygulamıştır. Servet-i
Fünûncular arasında en kültürlü yazar odur. Fransızca, İngilizce, Almanca,
İtalyanca, Arapça ve Farsça bilir.
Halit Ziya, Mai ve Siyah adlı romanında,
“Ahmet Cemil”in şahsında Servet-i Fünûn neslinin beklentilerini,
karamsarlıklarını, hayal kırıklıklarını anlatmış: Aşk-ı Memnu adlı romanında
ise, bir Türk aile yapısını ayrıntılı bir şekilde incelemiş, alafranga
özentisini eleştirmiştir.
ESERLERİ
Roman: Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar,Nemide,
Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekâsı. Hikâye:
Bir Yazın Tarihi, Solgun Demet, Bir Şi’r-i Hayal, Bir Hikâye-i
Sevda, Hepsinden Acı, Onu Beklerken, Aşka Dair, Kadın Pençesi. Tiyatro: Füruzan, Fare, Kâbus. Hatıra: Kırk Yıl, Saray ve Ötesi,
Bir Acı Hikâye. Deneme-Makale: Sanata
Dair.
MEHMET
RAUF (1875-1931)
Servet-i Fünûn edebiyatının Halit
Ziya’dan sonra en ünlü yazarıdır. Roman, hikâye ve mensur şiir türündeki
eserleriyle tanınır. Romancılığı üzerinde Halit Ziya’nın büyük etkisi vardır.
Edebiyatımızın ilk psikolojik romanı sayılan “Eylül”ün yazarıdır. Bu roman onun sanatının en büyük eseri olarak
kabul edilir. Hikâye, roman ve oyunlarında kendi kişiliğini yansıtan,
kahramanlarının şahsında kendi duygu ve düşüncelerini yaşatan bir tutum
içindedir. Otuzu aşkın eseri içinde tanınmışları şunlardır:
ESERLERİ
Roman: Eylül, Karanfil ve Yasemin, Genç Kız Kalbi,
Böğürtlen, Son Yıldız, Halâs. Hikâye: Ferda-yı
Garam, Kadın İsterse, Âşıkane, Bir Aşkın Tarihi, Son Emel. Oyun: Sansar Mensur Şiir: Siyah İnciler
HÜSEYİN
CAHİT YALÇIN (1874-1957)
Servet-i Fünûn döneminin hikâye, roman
ve eleştiri yazarıdır. Servet-i Fünûn dergisi, onun 1901 yılında
Fransızcadan çevirerek yayımladığı “Edebiyat
ve Hukuk” başlıklı makale dolayısıyla kapatıldı. Bu olaydan sonra
İkinci Meşrutiyet’in ilânına (1908) kadar yazmayı bıraktı. 1908’de İkinci
Meşrutiyet’in ilânından sonra Tevfik Fikret’le birlikte “Tanin” gazetesini
kurdu. Hüseyin Cahit; Edebiyat-ı Cedide döneminde, eski edebiyata karşı yeni
edebiyatı, Doğu kültürüne karşı Batı kültürünü savundu. Bu dönemde ünlendi.
Dönemindeki bütün tartışmalara katıldı. Servet-i Fünûn edebiyatına yöneltilen
eleştirilere karşı oldukça etkili karşı eleştiriler yazdı.
ESERLERİ
Roman: Nadide, Hayal İçinde. Hikâye: Hayat-ı Muhayyel, Hayat-ı Hakikiye Sahneleri, Niçin
Aldatırlarmış? Eleştiri: Kavgalarım.
Hatıra: Edebî Hatıralar.
AHMET
HİKMET MÜFTÜOĞLU (1860-1927)
Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Servet-i Fünûn
edebiyatı yazarı olmakla birlikte Millî Edebiyat hareketinin ortaya çıkmasıyla
bu hareketten etkilenmiş; Türkçülüğün ve Türkçeciliğin ateşli bir savunucusu
olmuştur. Servet-i Fünûn dönemi eserlerinde süslü, sanatlı
bir dil kullanmış, şairane tasvirlere bolca yer vermiştir. Bu dönemde yazdığı
hikâyeleri “Haristan ve Gülistan” adlı eserinde toplanmıştır. Türkçülük ve
Türkçecilik ülküsüne gönül verdiği son yıllarında sade bir dille yazdığı
hikâyeleri ise “Çağlayanlar” adlı
kitapta toplanmıştır. Bir de “Gönül Hanım” adlı romanı vardır.
ESERLERİ
Hikâye: Haristan ve Gülistan, Çağlayanlar. Roman: Gönül Hanım.
SÜLEYMAN
NAZİF (1870-1927)
Süleyman Nazif Servet-i Fünûn dönemi
şair ve yazarıdır. Ziya Paşa ve Namık Kemal’i hayranlıkla okuyan, kendisi de
“vatan, millet, hürriyet” konularıyla ilgilenen coşkulu bir aydındır. Mondros
Mütarekesi’nin ardından İstanbul’un İtilaf devletleri tarafından işgal edilmesi
üzerine “Hadisat” gazetesinde vatanseverliğin, cesaretin anıtı sayılan “Kara Bir Gün” başlıklı bir makale
yazdı. Bu makalesi dolayısıyla kurşuna dizilme tehlikesi atlattı. Türk
dostu “Pierre Loti günü”nde üniversitenin konferans salonunda sert bir dille
yaptığı, arslan kükremesini andıran konuşması dolayısıyla tutuklanıp Malta’ya
sürgüne gönderildi. İki yıla yakın sürgün hayatından sonra İstanbul’a döndü ve
yine gazeteciliğe başladı, ölünceye kadar “Resimli Gazete”de yazdı.
Süleyman Nazif, nesir ve nazım olmak üzere
otuzdan fazla eser yazmıştır. Servet-i
Fünûn edebiyatına bağlı olmakla birlikte Namık Kemal geleneğini devam ettiren,
duygu ve düşüncelerini çok canlı, çok ateşli bir dille anlatan kuvvetli bir
nesir ustasıdır. Türklüğe hayran bir toplumcudur.
ESERLERİ:
Mısır’da
imzasız olarak yayınladığı ve İkinci Abdülhamit’e kafa tutan şiirleri “Gizli
Figanlar”da toplanmıştır. Bağdat valisi bulunduğu sırada bu toprakların
elimizden çıkışına ağlayan, bir çeşit ağıt olan şiirleri “Firak-ı Irak”
adlı eserinde toplanmıştır. Sürgündeyken yazdığı nesirle karışık şiirleri “Malta Geceleri”adlı eserinde
bir araya getirilmiştir. Vatan ve kahramanlık konularını işlediği nesirleri; Batarya ile Ateş, Çal Çoban Çal,
Tarihin Yılan Hikâyesi adlı eserlerinde toplanmıştır. Bunlardan başka “Mehmet Akif” ve “Fuzulî”
adlı iki inceleme eseri, Ziya Paşa ile Namık Kemal’i anlattığı “İki Dost” adlı eseri vardır.
Ayrıca gazete ve dergi sayfalarında kalmış yüzlerce makale, mektup ve sohbet
yazısı bulunmaktadır.
FECR-İ
ÂTÎ EDEBİYATI (1909 – 1912)
1909 yılında Hilâl gazetesinin
matbaasında toplanan bir grup genç şair ve yazar yeni bir edebiyat topluluğu
kurarlar ve bu topluluğun adını Fecr-i
Âtî (Geleceğin Şafağı) olarak belirlerler. Topluluk üyeleri
kuruluşlarını, 12 Mart 1909 tarihli Servet-i Fünûn dergisinde yayımladıkları
bir bildiri ile kamuoyuna duyururlar.
Fecr-i Âtî topluluğu
edebiyatımızda, bir bildiri (beyanname, manifesto) yayımlayan ilk topluluktur.
(Daha sonraki dönemlerde Yedi Meşaleciler ve Garipçiler de bildiri
yayımladılar.)
Fecr-i Âtîciler, edebiyatta birtakım
yenilikler yapmak, Batı edebiyatıyla daha güçlü ilişkiler kurmak, halkın
sanatla olan ilişkisini geliştirmek için halka konferanslar vermek istemişler;
ancak kısa sürede dağılan etkisiz bir topluluk olmaktan kurtulamamışlardır.
Fecr-i Âtîciler, Servet-i Fünûn
edebiyatının bir çeşit devamı olmuşlardır. “Sanat,
şahsî ve muhteremdir.” görüşünü benimsemişlerdir. Şiirde sembolizm,
parnasizm ve empresyonizm (izlenimcilik); hikâye ve romanda ise realizm ile
natüralizm akımlarından etkilenmişlerdir. Aruz ölçüsüyle “aşk” ve “doğa” konulu
şiirler yazmışlardır. Şiirde serbest müstezatı kullanmışlardır. Fransız
sembolizmiyle daha sıkı bağlar kurmuşlardır. Faik Ali,
topluluğun isim babasıdır.
Fecr-i Âtî beyannamesinin altına imza
koyan şair ve yazarlar şunlardır: Ahmet Haşim, Refik Halit (Karay), Yakup
Kadri (Karaosmanoğlu), Mehmet Fuat Köprülü, Faik Ali, Hamdullah Suphi
(Tanrıöver), Ali Canip (Yöntem), Tahsin Nahit, Şahabeddin Süleyman, Cemil
Süleyman, Emin Bülend, Emin Lami, Celâl Sahir, Fazıl Ahmet, Ahmet Samim, İzzet
Melik, Mehmet Behçet, Mehmet Rüştü, Müfit Ratip, Ali Süha ve Abdülhak
Hayri’dir. Fecr-i Âtî topluluğu sanatçıları 1912 sonlarında dağıldılar. Bu
sanatçılardan birçoğu daha sonra Millî Edebiyat hareketi içinde yer aldılar. Topluluk
giderek sadece Ahmet Haşim’le anılır oldu.
AHMET
HAŞİM (1884 - 1933)
Ahmet Haşim, şiire başladığı yıllarda,
Servet-i Fünûn’un dil ve anlatım özelliklerini benimser. Cenap Şahabeddin,
Tevfik Fikret ve Abdülhak Hâmit’ten etkilenir. Haşim’in şiir anlayışı, Fransız
sembolistlerini tanıdıktan sonra değişir ve gelişir. Çoğunlukla sembolizmin
etkisiyle yazan bir şair olarak anılır. Fecr-i Âtî topluluğunun en çok tanınan
ve adı bu toplulukla özdeşleşen temsilcisidir.
Haşim, varlıkların güzelliklerini renk
ve ışık olarak algılar. Bu güzellikler karşısında kalan insanın iç dünyasındaki
ürperişlerinin duygulanmalarının şiirini yazar. Bu yüzden onun, sembolizmden
çok empresyonizme (izlenimcilik) yakın olduğu öne sürülür. Gün batımı
(gurup vakti) renklerini, ışıklı (mehtaplı) geceleri, şafakla pembeleşen
gökyüzünü, iri gülleri, “altın” kulelerdeki kuşları, parıltılı suları başarıyla
yansıtır. Kelimeleri renk gibi kullanarak mısralarıyla şiirinin resmini yapar.
Servet-i Fünûncuların geliştirdikleri “serbest müstezat”ı “serbest nazım”a
doğru götürür.
Son dönem şiirlerinde de akşamın
renklerinden, duygularından vazgeçmez. Genelde dört mısralık şiirlerini daha
sade bir dille yazar. Aruzu ustalıkla kullanır ve bütün şiirlerini aruzla
yazmıştır. Şiirle ilgili düşüncelerini, “Piyale” adlı şiir kitabının başına ön söz olarak yazdığı “Şiir Hakkında Bazı Mülâhazalar” adlı
yazısında dile getirmiştir. Haşim’e göre şiir; “Söz ile musiki arasında,
sözden çok musikiye yakın” olmalıdır. O, şiirde anlam armayı, güzel ötüşlü bir
kuşu, bir lokmacık eti için öldürmeye benzetir.
Ahmet Haşim, hem Fecr-i Âtî topluluğunun
hem de modern Türk şiirinin en önemli şairlerindendir. Saf (öz) şiir
anlayışına bağlıdır. “Sanat sanat içindir” anlayışını benimser. Şiirde
konudan çok söyleyişi önemser. Şiirlerinde “aşk, doğa, çocukluk hatıraları,
gerçek hayattan kaçış” konuları önemli yer tutar. Önceleri daha ağır bir dil
kullanmakla birlikte, son dönem şiirlerinde daha sade bir dile yönelir. Şiir
dışında; fıkra, gezi yazısı ve sohbet türlerinde de önemli eserler vermiştir. Nesir
dili oldukça sadedir.
ESERLERİ
Şiir: Göl Saatleri, Piyale
Fıkra: Bize Göre (Bu
kitaptaki bazı yazıları, deneme türünün edebiyatımızdaki ilk örnekleri olarak
kabul edilmektedir.) Gezi Yazısı:
Frankfurt Seyahatnamesi, Paris Seyahatnamesi (Bu ikincisi, Bize Göre adlı
eserinin sonundadır.) Sohbet (Söyleşi):
Gurabahane-i Lâklakan (Fıkra özelliği de gösteriyor.)
TAHSİN
NAHİT (1887 - 1919)
Fecr-i Âtî topluluğu şairi ve oyun
yazarıdır. Bireysel konulu şiirler yazmıştır. Şiirleri sanat değeri bakımından
çok güçlü değildir. Daha çok Ahmet Haşim’in etkisindedir. Tiyatro eserleri de
yazmıştır.
ESERLERİ
Şiir: Ruh-i Bîkayd Tiyatro:
Hicranlar, Jön Türk, Firar, Kırık Mahfaza.
DÖNEMİN
BAĞIMSIZ SANATÇILARI
Servet-i Fünûn ve Fecr-i Âtî
dönemlerinde yazdıkları halde bu topluluklara katılmayan, yazarlık hayatlarını
bağımsız olarak sürdüren sanatçılardır: Ahmet Rasim, Hüseyin Rahmi Gürpınar.
AHMET
RASİM (1865 - 1932)
Ahmet Rasim, ilk denemelerini Ahmet
Mithat’ın çıkardığı Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yayımladı. Pek çok gazete ve
dergide yazdı. Fıkralarının yanı sıra makaleler, şiirler, hikâyeler, romanlar,
mektuplar, hatıralar, tarihler kaleme aldı, çeviriler yaptı.
Ahmet Rasim, çocukluk günlerini olduğu
kadar, İstanbul çevresini ve öğrencilik hayatını da neşeli ve renkli bir
şekilde anlatır. Her kesimden halkın değişik hayat tarzlarını, inançlarını,
gelenek ve göreneklerini gözler, incelikleriyle yazılarına yansıtır. Cümleleri
kısa ve hareketlidir. Yazılarında, fıkralarında günlük konuşma dilini kullanır.
İstanbul ağzının bütün inceliklerini bilir. Hayata gülümser, iyimserlikle
yaklaşır. Bu yönleriyle döneminin diğer yazarlarından ayrılır.
Ahmet Rasim, Hüseyin Rahmi’nin roman ve
hikâyeleriyle yaptığını; sohbet(musahabe), fıkra ve makale türünde yazdığı
eserleriyle yapmış, İstanbul’un elli
yıllık dönemini anlatmıştır.
Ahmet Mithat geleneğini benimseyen sanatçının yazdıkları, güncel olayları
anlattığı ve belli mekânlarda geçtiği için uzun ömürlü olamamıştır. Fakat bu
eserler, onun yaşadığı dönemi yansıtan çok değerli birer kaynak niteliğindedir.
O, edebiyatımızda; hatıra, sohbet, fıkra ve makaleleriyle tanınır. Romanları
başarısızdır. Çoğunun güftesi kendine ait olan altmış kadar da şarkı bestesi
yapmıştır, yani aynı zamanda bir müzik adamıdır.
ESERLERİ
Fıkra: Şehir Mektupları, Eşkal-i Zaman Hatıra (anı): Gecelerim, Falaka,
Gülüp Ağladıklarım Sohbet (söyleşi):
Muharrir Şair Edip, Muharrir Bu Ya, Ramazan Sohbetleri, Tarih ve
Muharrir…
HÜSEYİN
RAHMİ GÜRPINAR (1864 - 1944)
Hüseyin Rahmi Gürpınar, yazmaya erken
yaşlarda başlar. Halkı, çevreyi, hayatı bilir. İnsanları gelenek ve
görenekleriyle, kendi ortamları içinde canlandırır, kendi dilleriyle
konuşturur. Bundan ötürü onun eserleri, çağının ve toplumunun “sergisi” sayılır. Ahmet Mithat Efendi’nin
“halk için roman” anlayışına uygun eserler vermiştir. İlk romanı “Şık” ile tanınmış ve sevilmiştir.
Dedikoducu, kavgacı mahalle kadınları,
kalem efendileri, konak beyleri, mürebbiyeler (kadın öğretmenler), cariyeler,
cahiller, külhaniler, dalkavuklar, züppeler, büyücüler ile gelin-kaynana
problemleri, aile hayatları, değer çatışmaları gibi konuları eserlerinde
gerçekçi bir yaklaşımla son derece canlı bir şekilde işlemiştir. Mizah, onun
sanatının en hoşa giden taraflarından biridir. Eserlerindeki tipleri
tanıtmaktan çok, karikatürlerini çizer gibidir. Anlatımı genel olarak sadedir.
Edebiyatımızda “popüler roman”ın en
tanınmış yazarlarından biridir. Eserlerinde İstanbul’un yoksul ve orta
sınıfının hayatını anlatır. Kimi romanlarında eski İstanbul hayatının
tasvirlerine de rastlanır. Söz gelimi “Cehennemlik” ve “Metres” adlı romanlarında
Boğaziçi yalılarındaki; “İffet”, “Şıpsevdi”, “Tesadüf” gibi romanlarında
Aksaray’daki hayatı anlatır. Natüralizm akımından etkilenmiştir.
ESERLERİ
Roman: Şık, Şıpsevdi, Mürebbiye, Kuyruklu Yıldız
Altında Bir İzdivaç, Gulyabani, İffet, Cehennemlik, Nimetşinas, Metres, Ben
Deli miyim?, Kaynanam Nasıl Kudurdu, Evlere Şenlik, Utanmaz Adam… Hikâye: Kadınlar Vaizi, Melek
Sanmıştım Şeytanı, İki Hödüğün Seyahati, Meyhanede Hanımlar, Gönül
Ticareti… Tiyatro: Hazan Bülbülü,
Kadın Erkekleşince.
OSMANLI
DEVLETİ’NİN SON DÖNEMİNDE ORTAYA ÇIKAN DÜŞÜNCE AKIMLARI
Osmanlı Devleti’nin pek çok alanda güç
duruma düştüğü 19. yüzyılda, devletin eski parlak devirlerine dönmesi için
birtakım yapılanma çalışmaları sürerken bazı devlet adamları ve aydınlar yurt içinde
ve dışında farklı arayışlara girdiler. Bunun sonucunda çeşitli düşünce akımları
ortaya çıktı ve gelişti. Bu akımların başlıcaları şunlardır: Batıcılık, Osmanlıcılık, İslâmcılık,
Türkçülük.
Batıcılık
(Garpçılık): Batılı tarzda düşünme, hareket etme ve
yaşamayı esas alan anlayıştır. Bazı Osmanlı aydınları Batılılaşmayı, devletin
sorunlarını çözmede dinamik ve etkili bir çözüm yolu olarak görürler. Bu
aydınlar, Batı medeniyeti çizgisinde – Osmanlı’nın kendi temel dinamiklerine
zarar vermeden – ilerlemeyi amaçlar. Meşrutiyet döneminde (1876 – 1923) Abdullah Cevdet’in başını
çektiği, Celâl Nuri gibi bazı aydınlarca desteklenen bir düşüncedir.
Osmanlıcılık:
Fransız İhtilâli’nden sonra dünyada yayılan milliyetçilik akımı, Osmanlı
coğrafyasında yer alan bazı toplumların bağımsız devletler kurma düşüncelerini
güçlendirir. Aydınlar, bunun önüne geçmek için ilk olarak II. Mahmut zamanında,
ırktan çok vicdani bir milliyetçilik anlayışı ortaya koyan Fransız modeli
milliyetçilikten yola çıkarak “Osmanlı Milleti” oluşturma fikrini savunurlar.
Hem Müslüman olan hem de Müslüman olmayan unsurları bir arada tutmak amacı
güdülür. Bu anlayışın gelişmesi için Ali Paşa ve Fuat Paşa büyük çaba harcar.
Din farkı gözetmeksizin “toplumsal birliktelik” düşüncesiyle ortaya atılan bu
görüşün önemli savunucuları şunlardır: Namık
Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Ziya Paşa, Agâh Efendi, Mithat Paşa…
İslâmcılık:
Islahat Fermanı, Osmanlıcılık akımından çok İslâmcılık akımının gelişmesine yol
açtı. Müslüman olmayan unsurlara tanınan ayrıcalıklar Müslüman aydınları
harekete geçirdi. Bunun sonucunda İslâmcılık düşüncesi ortaya çıktı.
Avrupalıların Panislâmizm dedikleri bu düşünce; Orta Doğu, Balkanlar ve
Afrika’daki Müslüman unsurların bir arada tutulması için çare olarak
düşünülmüştür. Sultan Abdülaziz döneminde başlayan bu akım II. Abdülhamit
tarafından desteklenmiş, Cemaleddin Afgani tarafından sistemleştirilmiştir. Bu
akımın önemli temsilcileri; Mısır’da Muhammed Abduh, Balkanlar’da Filibeli
Ahmet Hilmi Bey, İstanbul’da Sait
Halim Paşa, Mehmet Akif ve Eşref Edip’tir.
Türkçülük:
1789 Fransız İhtilâli bütün dünyada olduğu gibi, Osmanlı’da da milliyetçilik
hareketlerinin fitilini ateşler. Ancak Osmanlı İmparatorluğu çok milletli, çok
dilli, çok dinli bir devlet olduğu ve devleti kuran temel unsur da Türk unsuru
olduğu için, Türkçülük düşüncesi adeta diğer bütün unsurlar ayrıştıktan sonra
ortaya çıkmıştır.
Kaşgarlı Mahmut’tan Âşık Paşa’ya,
değişik yazarlarca ele alınan milliyetçi damar, II. Meşrutiyet’e kadar siyasi
bir anlayış olmaktan ziyade bir kültür ve sanat anlayışı olarak gelişir.
Şemseddin Sami’den Ahmet Vefik Paşa’ya, Süleyman Paşa’dan Ziya Paşa’ya dek
gündeme getirilen “Türkçe’nin sadeleştirilmesi” fikri siyasi bir hedefe yönelik
değildir. II. Meşrutiyet’ten sonra Türkçülüğün sosyolojik, tarihî, felsefî ve
siyasî teorisinin oluşturulmasının mimarı Ziya
Gökalp’tir. Yusuf Akçura, Mehmet Emin Yurdakul, Ömer Seyfeddin gibi
aydınlar Türkçülük fikrinin önemli savunucularıdır.
Türkçülük akımı, Osmanlı coğrafyası
dışındaki Türklere de ilgi duyan bir akımdır.
MİLLÎ
EDEBİYAT (1911-1923)
Millî
Edebiyat Akımının Oluşumu ve Genel Özellikler:
II. Meşrutiyet’in ilânı (1908), bunu izleyen 31 Mart Vakası, Balkan (1912-1913)
ve I. Dünya (1914-1918) Savaşları Osmanlı Devleti’ni derinden etkiler. Devleti,
içinde bulunduğu kötü durumdan kurtarma çabaları, yeni fikir hareketlerini
doğurur.
Yaşanan acı yenilgiler, yıkımlar,
başarısızlıkla sonuçlanan girişimler aydınları, Türklerin millî kimliğini
belirleme ve birliğini kurma yolunu bulmaya yöneltir. “Milliyetçilik” akımı bu yönelişle ortaya çıkar.
XX. yüzyılın başlarında “Milliyetçilik”
hareketleri önce kültür alanında kendini gösterir. Tanzimat döneminde Şinasi,
Namık Kemal, Ziya Paşa gibi yazarlar sade Türkçe’yi savunarak “dilde
milliyetçilik” akımının öncülüğünü yaparlar. Şemsettin Sami, Ahmet Vefik Paşa, Süleyman Paşa gibi edebiyat ve
bilim adamları Türk dili ve tarihi alanında önemli çalışmalara imza atarlar.
XX. yüzyılın başlarında “Milliyetçilik”
hareketleri kendi özünü bulur. 1908’de Türk Derneği kurulur; Türklerin
geçmişini araştırmak, Türkçe’yi yabancı kural ve kelimelerden arındırmak
amacıyla aynı adla bir dergi çıkarılır. Bunu, 1911’de Türk Yurdu Derneği ve
Türk Yurdu dergisi izler. 1912’de Türk Ocağı kurulur. Bu derneklerde Orta
Asya, Azerbaycan Türkleri ve onların şiveleriyle ilgili çalışmalar yapılır.
Bu arada, XX. Yüzyılın başlarında birbiri
ardınca kurulan milliyetçi derneklerden önce, 1897’de Mehmet Emin Yurdakul, “Ben Bir Türküm” diye başlayan şiirini yazdı.
Daha sonra 1905’te Selânik’te çıkan “Çocuk
Bahçesi” adlı dergide, sade Türkçe ve hece ölçüsüyle millî duyguları dile
getiren başka şiirler kaleme aldı. Bu şiirler daha sonra, “Türkçe Şiirler” adıyla kitaplaştırıldı ki, Millî
Edebiyat akımını hazırlayan en önemli faktörlerden biri de, Yurdakul’un hece
ile ve sade Türkçe’yle yazdığı bu şiirlerdir.
Millî Edebiyat akımının öncüleri 1911’de
Selânik’te “Genç Kalemler” dergisi
çevresinde toplanan Ömer Seyfeddin, Ali
Canip Yöntem ve Ziya Gökalp’tir. Çıkarılan dergilerde
millî duygu ve düşünceleri dile getiren yazılar, şiirler yayımlanır. Ziya
Gökalp, Türkçülüğü düşünceleriyle yönlendirir. Fuat Köprülü, dış Türklerin
tarih ve kültürlerine de uzanan incelemeler yayımlar. Ömer Seyfeddin yazıları
ve hikâyeleriyle bu yeni akımı savunur. Ömer Seyfeddin’in “Genç Kalemler”
dergisinde yayımlanan “Yeni Lisan” başlıklı
makalesi bir bakıma Millî Edebiyat akımının bildirisi (beyannamesi manifestosu)
niteliğindedir. O, “saf, sade ve temiz Türkçe”yi savunarak “Yeni Lisan”
hareketine büyük katkıda bulunur. Onun bilhassa dil konusundaki yazıları ilgi
uyandırır. Millî Edebiyat akımının ortaya çıkmasından kısa süre sonra Fecr-i
Âtî topluluğu dağılmış ve bu topluluğun; Yakup Kadri, Refik Halit, Fuat
Köprülü, Halide Edip, Hamdullah Suphi gibi pek çok üyesi Millî Edebiyat
hareketine katılmıştır. Hatta Servet-i Fünûncu Ahmet Hikmet Müftüoğlu da bu
dönemde ateşli bir Türkçülük savunucusu olmuş ve Millî Edebiyat akımının
ilkeleri doğrultusunda hikâyeler yazmıştır.
Millî Edebiyat akımına bağlanan aydınlar
ve sanatçılar; şiir ve nesirle ilgili olarak şu ilkelerde birleşirler: 1- Dil,
sade halk Türkçesi olmalıdır. 2- İstanbul Türkçesi temel alınmalıdır. 3-
Dilimize Türkçe’nin dil bilgisi kuralları hakim olmalı; Arapça ve Farsça dil
bilgisi kuralları bırakılmalıdır. 4- Dilimize yerleşmiş, halkın kullandığı ve
anlamını bildiği yabancı kökenli kelimelere dokunulmamalıdır. 5- Şiirde hece
ölçüsü kullanılmalıdır. 6- Halk edebiyatının nazım biçimlerinden ve türlerinden
yararlanılmalıdır. 7- Konular halkın yaşayışından alınmalı; millî kaynaklara,
yurt gerçeklerine ve ülke meselelerine yönelinmelidir.
MEHMET
EMİN YURDAKUL (1869 – 1944)
Mehmet Emin Yurdakul, Edebiyat-ı Cedide
döneminde şiir yazmaya başlar. Bu dönemde bile hece ölçüsünü kullanmış ve sade
Türkçe’yle yazmıştır. Anadolu insanının dertlerini, millî duygularını şiire
aktarmıştır. 1897’de Osmanlı-Yunan savaşı sırasında yazdığı, “Ben bir Türk’üm” diye başlayan “Cenge Giderken” şiiriyle dikkati çeker.
Bu şiiri diğerleri izler ve daha sonra bunlar, “Türkçe Şiirler” adıyla bir kitapta toplanır. Şiirleri estetik ve
teknik bakımdan çok başarılı değildir. Fakat o, ele aldığı konular bakımından
halkın ruhunu şiirlerine yansıtmış, halkına karşı sorumlu aydın tavrının
hakkını vermiştir. “Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet / Sevenleri
toprak olmuş öksüz çocuk gibidir” mısraları da ona aittir.
Mehmet Emin Yurdakul, ele aldığı konular
ve bunları ele alış biçimiyle, kullandığı sade Türkçe ile ve hece ölçüsüyle
yazdığı şiirleriyle Millî Edebiyat akımının hem hazırlayıcısı hem de öncüsü
olmuştur.
ESERLERİ
Şiir: Türkçe Şiirler, Türk Sazı, Ey Türk Uyan, Ordunun
Destanı, Aydın Kızları, İsyan ve Dua, Turan’a Doğru, Tan Sesleri, Dicle
Önünde, Ankara. Nesir: Fazilet ve
Asalet, Türk’ün Hukuku, Dante’ye.
ZİYA
GÖKALP (1876 – 1924)
Ziya Gökalp, 1910 yılında Selânik’e
giderek orada, “Genç Kalemler” dergisini çıkaran Ömer Seyfeddin ve Ali Canip
Yöntem ile tanıştı. Dergide “Gökalp” takma adıyla 1911’de ünlü “Turan” şiirini yayımladı. Bunu başka
yazıları takip etti. İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde ağırlıklı bir yere
sahip oldu. Türkçülük ve sosyoloji alanlarında bilimsel çalışmalar yaptı.
“Türkçülüğün Esasları” adlı eseriyle Türkçülük akımını bir sisteme oturttu.
Millî Edebiyat akımının “fikir” kanadında yer aldı. Gökalp’in Türkçülüğü; “dil,
iktisat, edebiyat, güzel sanatlar ve siyaset” alanlarındadır. “Türkçülük, Türk
toplumunu yükseltmektir.” der ve bunun için de ilim, fen ve tekniği Batı’dan,
kültürü milletten alıp millî yükselişi ve birliği sağlayabileceğimizi söyler.
Ziya Gökalp başlangıçta, bütün Türkleri
tek bayrak altında toplayan bir “Turan ülkesi” hayal etmiştir. Türk
milliyetçiliği fikrini; “Turancılık”, “Oğuzculuk ve Türkmencilik”,
“Türkiyecilik” devrelerine ayırmış, “Türkiyecilik”te karar kılmıştır. Gökalp,
sosyoloji alanındaki çalışmalarında Fransız sosyolog Emile Durkheim (Emil
Durkeym)in yolundan yürümüş ve kendisi de Türk sosyolojisinin kurucusu olarak
görülmüştür. O, şiiri de düşüncelerini anlatmada bir araç olarak kullanmış,
dolayısıyla genel olarak öğretici (didaktik) şiirler yazmıştır. Türkçe ile
ilgili düşüncelerini ünlü “Lisan”
adlı şiirinde ifade etmiştir. İslâmiyet öncesi Türk tarihiyle ilgili
araştırmalar da yapmıştır.
ESERLERİ
Şiir: Kızıl Elma, Altın Işık, Yeni Hayat (Orhan
Pamuk’un “Yeni Hayat” adlı bir romanı vardır.) Makale: Türkleşmek İslâmlaşmak Muasırlaşmak İnceleme: Türkçülüğün Esasları, Türk
Medeniyeti Tarihi Mektup: Malta
Mektupları
ÖMER
SEYFEDDİN (1884 – 1920)
Asıl mesleği askerlik olan Ömer
Seyfeddin, 1910 yılında subaylıktan istifa ederek Selânik’e gelmiş, burada Ali
Canip’le birlikte Genç Kalemler dergisinde yayımladıkları yazılarla (bilhassa
“Yeni Lisan” başlıklı makalesiyle) Millî Edebiyat akımını başlatmışlardır. Aynı
yıl Gökalp de Selânik’e gelmiş ve bu iki yazara katılmıştır.
Ömer Seyfeddin, edebiyatımızda
“Maupassant tarzı hikâye” olarak da bilinen “olay hikâyesinin” en önemli
temsilcisidir. Hikâyelerinin konularını genellikle;
Türk tarihinden, toplum sorunlarından, çocukluk hatıralarından ve Balkanlardaki
Türklerden, onların yaşadıkları zulümlerden almıştır. Kısa cümlelere dayanan,
okurun dikkat ve heyecanını canlı tutan bir anlatımı vardır. Düşüncesini
hikâyenin akışı içine ustalıkla yerleştirir. Hikâyelerinde birtakım efsanelerden,
menkıbelerden yararlanmıştır. “Yeni
Lisan” başlıklı makalesinde dile getirdiği ilkeleri hikâyelerinde uygulamış
ve böylece “dilde sadeleşme” akımına öncülük etmiştir.
Ömer Seyfeddin, otuz altı yıllık kısa
ömrünün son on yılına yüz kırk kadar hikâye ile pek çok yazı ve şiir sığdırmış,
bunların çok büyük bölümünü de, Kabataş Lisesinde edebiyat öğretmenliği yaptığı
son altı yılda yazmıştır. Hikâyelerinde millî bilinci uyandırma ve güçlendirme
amacı gütmüştür. “Toplum için sanat” anlayışıyla millî değerlere yönelmiş
realist bir yazardır. Mizahtan da geniş ölçüde yararlanarak toplumdaki aksayan
tarafları eleştirmiştir. Bu bakımdan hikâyeleri toplumsal hiciv karakteri de
taşır. O, Sami Paşazade Sezai ve Halit Ziya Uşaklıgil’den gelen
hikâyeciliğimizde yeni bir duraktır.
ESERLERİ
Hikâye: Kaşağı, İlk Düşen Ak, Pembe İncili Kaftan, Bahar
ve Kelebekler, Yüksek Ökçeler, Gizli Mabet, And, Beyaz Lâle, Bomba,
Asilzadeler… Roman: Efruz Bey,
Yalnız Efe, Harem.
ALİ
CANİP YÖNTEM (1887 – 1967)
Ali Canip Yöntem, önce Fecr-i Âtî
topluluğuna girmiş ve bu topluluğun sanat anlayışına uygun şiirler yazmıştır.
Daha sonra Millî Edebiyat hareketine katılmış, Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp’le
birlikte bu hareketin öncülüğünü yapmıştır. Şiirlerinde hem heceyi hem de aruzu
kullanmıştır. Millî Edebiyat akımına yönelik eleştirilere genellikle o cevap
vermiştir. Zamanla şiiri bırakmış, eleştiri, makale ve edebiyat tarihi
türlerinde yazmıştır.
ESERLERİ
Şiir: Geçtiğimiz Yol İnceleme-Makale: Ömer Seyfeddin’in Hayatı ve Eserleri, Millî Edebiyat
Meseleleri Eleştiri: Cenap Bey’le
Münakaşalarım
MEHMET
FUAT KÖPRÜLÜ (1876 – 1927)
Edebiyat dünyasına Fecr-i Âtî topluluğunda
şiir türüyle girdi. Sonraları Millî Edebiyata katıldı. Türk kültürü, dili ve
uygarlığıyla ilgili çok önemli çalışmalar ve araştırmalar yaptı. Türk
edebiyatı tarihi alanında, dünyaca ünlü bilim adamımızdır.
ESERLERİ
Edebiyat Tarihi-Makale: Türk Edebiyatı Tarihi, Türk Dili
ve Edebiyatı Araştırmaları, Türk Saz Şairleri, Türk Edebiyatında İlk
Mutasavvıflar, Türkiye Tarihi, Azerî Edebiyatına Ait İncelemeler…
YUSUF
AKÇURA (1876 – 1935)
Yusuf Akçura, Türkçülük akımının önde
gelen temsilcilerindendir. 1904 yılında Mısır’da “Türk” adlı bir gazetede
yayımladığı “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı
makalesi onu Türk siyasî hayatında önemli bir isim haline getirdi. Türkçülük
akımının bildirisi kabul edilen bu makalede Akçura, Osmanlı’nın
toparlanabilmesi için üç ana görüşün (Osmanlıcılık, Türkçülük, Batıcılık) bulunduğunu
ve bunlar arasında en uygun görüşün Türkçülük olduğunu savunmuştur. ESERİ Makale: Üç Tarz-ı Siyaset.
REFİK
HALİT KARAY (1888 – 1966)
Refik Halit Karay, önce Fecr-i Âtî
topluluğu içinde yer almış, daha sonra Millî Edebiyat akımına katılmıştır.
Hikâye, roman, mizah, fıkra ve deneme türlerinde eser vermiştir. “Aydede”
adlı bir mizah dergisi çıkarmış, “Kirpi”
takma adıyla mizahî yazılar yazmıştır. Uzun yıllar sürgün hayatı yaşamış,
gerek Anadolu’yu ve gerekse Anadolu dışında görüp yaşadıklarını hikâyelerine
yansıtmıştır. Edebiyatımızda, “Memleket
Hikâyeleri” ve “Gurbet
Hikâyeleri” adlı hikâye kitaplarıyla ve siyasî, mizahî yazılarıyla
tanınır. Güçlü bir dış gözlem yeteneğine sahip olan Refik Halit, eserlerinde
Türkçe’yi büyük bir ustalıkla kullanmıştır. Kendine has sıcak, akıcı bir üslûbu
vardır. İnsanların, dürüst olmayan, kurnaz ve çıkarcı yönlerini ustaca ortaya
koyar. Bunun sonucunda da ister istemez mizaha ve eleştiriye kayar.
ESERLERİ
Hikâye: Memleket Hikâyeleri, Gurbet Hikâyeleri. Roman:
Sürgün, Bugünün Saraylısı, Nilgün, Yezidin Kızı, İstanbul’un İçyüzü,
Dişi Örümcek, Çete, Dört Yapraklı Yonca, Kadınlar Tekkesi, Yer Altında Dünya
Var, Karlı Dağdaki Ateş… Hatıra: Üç
Nesil Üç Hayat, Bir Ömür Boyunca. Hiciv-Mizah:
Kirpinin Dedikleri, Guguklu Saat, Sakın Aldanma İnanma Kanma…
YAKUP
KADRİ KARAOSMANOĞLU ( 1889-1974 )
Edebiyata Fecr-i Ati topluluğunda
romantik-realist hikâye ve mensur şiirlerle girdi. Daha sonra Millî Edebiyat
topluluğuna katıldı. Romanlarında Türk toplumunun “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e” geçirdiği dönüşümleri anlatmıştır.
Romanlarını sağlam bir teknikle kaleme almış, karakterleri başarıyla
canlandırmıştır. Realizmden etkilenmiş, toplum için sanat anlayışına
bağlanmıştır. Batı edebiyatı realist ve natüralistlerinden, bilhassa Balzac,
Flaubert ve Zola’dan etkilenmiştir. Türk edebiyatına tezli roman düşüncesini
(özellikle Yaban ile) getirmiştir. Roman dışında hikâye, hatıra, monografi,
deneme, makale, mensur şiir türlerinde de eser vermiştir.
“Kiralık
Konak” romanında, Tanzimat’tan I. Dünya
Savaşı’na kadarki dönemde Batılılaşmanın toplumumuzdaki etkileri ve art arda
yetişen üç neslin fikir ayrılıkları, çatışmaları anlatılır. “Bir Sürgün” romanında Paris’e kaçan
Jön Türkler, “Nur Baba”da
Bektaşîliğin son zamanlardaki yozlaşmış hâli; “Hüküm Gecesi”nde 2. Meşrutiyet’ten sonraki parti kavgaları; “Sodom ve Gomore”de İstanbul’un işgali
sırasındaki bozgunculuk; “Yaban”da
İstiklâl savaşı yıllarındaki Anadolu köylüsü, aydın-taşralı ilişkisi ve
bunların birbirine bakışı; “Ankara”
romanında yeni kurulan Ankara’nın durumu anlatılır. “Panorama”da ise Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki yenilikler,
politika, toplum ve kültür hayatımız, Atatürk’ün ölümünden sonraki yıllar ele
alınır.
ESERLERİ
Roman: Kiralık Konak, Bir Sürgün, Nur Baba, Hüküm Gecesi,
Sodom ve Gomore, Yaban, Ankara, Panorama I-II, Hep O Şarkı. Hikâye: Millî Savaş Hikâyeleri, Bir
Serencam, Rahmet. Mensur Şiir:
Erenlerin Bağından, Okun Ucundan. Hatıra
(Anı): Anamın Kitabı, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, Politikada Kırk Beş
Yıl, Zoraki Diplamat, Vatan Yolunda. Monografi:
Ahmet Haşim, Atatürk. Makale:
Ergenekon.
HALİDE
EDİP ADIVAR (1884-1964 )
Edebiyat dünyasında “Halide Salih” imzasıyla tanınan sanatçı; roman, hikâye, hatıra,
tiyatro, inceleme, mensur şiir türlerinde; bilim ve düşünce alanlarında eser
vermiştir. Eserlerinde gözlem ve tasvirleri güçlü; fakat dil ve anlatım
savruk ve özensizdir. Sade bir Türkçesi vardır.
İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali
üzerine Sultanahmet ve Fatih mitinglerinde ateşli konuşmalar yapmış, Kurtuluş
Savaşı’na katılan ilk kadın aydın olmuştur.
Romanlarının ortak özelliği; sevgi, ruh
çözümlemeleri, olağanüstü güçlü kişiliği olan kadın kahramanlar ve onların
psikolojisidir. İlk romanlarında İngiliz edebiyatının etkisiyle aşk ve kadın
psikolojisi üzerinde durmuş (Seviye Talip, Handan gibi), ikinci dönem romanlarında
Kurtuluş Savaşı dönemini, Millî Mücadele ruhunu (Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye
gibi) yansıtmıştır. Son dönemde ise; belli bir dönemin tarihî, sosyal
şartlarının, gelenek ve göreneklerinin insan hayatına yön verişini konu edinen
töre romanları yazmıştır. (Sinekli Bakkal, Tatarcık, Sonsuz Panayır gibi)
NOT:
Sinekli Bakkal, 1942 CHP roman
yarışmasında birinci olmuştur. Aynı yarışmada Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu”
adlı romanı ikinci, Abdülhak Şinasi Hisar’ın “Fahim Bey ve Biz” adlı romanı da
üçüncü olmuştur. “Mor Salkımlı Ev”de,
kendi çocukluk hatıralarını anlatmıştır. “Vurun
Kahpeye” romanında ise, Anadolu’ya öğretmen olarak atanan genç bir kız olan
Aliye’nin, düşman işbirlikçileri tarafından iftira sonucunda linç edilişi
anlatılır.
ESERLERİ
Roman: Seviye Talip, Handan, Zeyno’nun Oğlu, Sinekli
Bakkal, Yeni Turan, Yol Palas Cinayeti, Tatarcık, Sonsuz Panayır, Harap
Mabetler, Akile Hanım Sokağı, Raik’in Annesi, Kalp Ağrısı, Döner Ayna, Mev’ut
Hüküm. Hikâye: Dağa Çıkan Kurt,
İzmir’den Bursa’ya. Hatıra (Anı):
Mor Salkımlı Ev, Türk’ün Ateşle İmtihanı. Tiyatro:
Kenan Çobanları, Maske ve Ruh.
EBUBEKİR
HÂZIM TEPEYRAN (1864 – 1947)
Ebubekir Hâzım Tepeyran, Nabizade
Nazım’ın Karabibik romanından sonra “köy”ü
konu edinen ikinci eser olan “Küçük
Paşa” romanıyla tanınmıştır. Bir köylü kadınla
oğlunun hayat hikâyesini anlattığı bu romanda Anadolu köyünü gerçek ve nesnel
(objektif) çizgilerle yansıtmıştır.
ESERLERİ
Roman: Küçük Paşa. Hatıra (anı): Belgelerle Kurtuluş Savaşı Hatıraları
Hikâye:
Eski Şeyler.
HALİDE
NUSRET ZORLUTUNA (1901 – 1984)
Halide Nusret Zorlutuna, Kurtuluş Savaşı
yıllarında yayımlanan “Git Bahar”
şiiriyle tanındı. Hece ölçüsüyle ve sade bir dille şiirler yazdı. Öğretmenlik
yıllarıyla ilgili hatıralarını “Benim
Küçük Dostlarım” adlı eserinde topladı. Cumhuriyet sonrasında “Hisar”
dergisi çevresinde bulundu.
ESERLERİ
Hatıra: Benim Küçük Dostlarım, Bir Devrin Romanı. Şiir: Geceden Taşan Dertler, Yayla
Türküsü, Yurdumun Dört Bucağı, Ellerim Bomboş. Roman: Sisli Geceler, Gülün Babası Kim, Aşk ve Zafer.
MUSAHİPZADE
CELÂL (1870 – 1959)
Musahipzade Celâl, Millî Edebiyat dönemi
tiyatro yazarıdır. Teknik bakımından zayıf, fakat gözlem, tarihî ayrıntı ve
yergi bakımlarından başarılı komediler yazmıştır. Eserlerinin konularını
Osmanlı İmparatorluğu’ndan, kendi deyimiyle “tarihin gölgesi altında
hayal-meyal seçilen halk hayatından” almıştır.
ESERLERİ
Tiyatro: Bir Kavuk Devrildi, Aynaroz Kadısı, Köprülüler,
Fermanlı Deli Hazretleri.
MİTHAT
CEMAL KUNTAY (1885 – 1956)
Mithat Cemal Kuntay, “vatan, millet,
kahramanlık” konularında aruzla yazdığı epik ve lirik şiirleriyle tanınır.
Mehmet Akif’in yakın arkadaşı da olan Kuntay’ın “Üç İstanbul” adlı bir romanı da vardır. “Üç İstanbul”da
yazar; Abdülhamit, Meşrutiyet ve Mütareke dönemleri İstanbul’unu anlatır. Eser,
çökmüş kurumları ve yozlaşmış insanların aşk ve çıkar ilişkilerini ele alırken
daha geniş boyutta Osmanlı Devleti’nin hangi şartlarda çöküşe gittiğini de
sergiler.
ESERLERİ
Şiir: Türk’ün Şehnamesi Roman: Üç İstanbul Monografi:
Mehmet Akif, Namı Kemal.
RIZA
TEVFİK BÖLÜKBAŞI (1869 – 1949)
“Filozof Rıza” olarak da tanınan Rıza
Tevfik, “Uçun Kuşlar” adlı
şiiriyle geniş kesimlerce sevildi. Başlangıçta Abdülhak Hâmid ve Tevfik Fikret
etkisinde aruz ölçüsüyle şiirler yazmış; zamanla asıl edebî kişiliğini
oluşturan Âşık Tarzı ve Dinî-Tasavvufî halk şiiri geleneğinden faydalanarak
duygulu, içten koşma ve nefesler kaleme almıştır. Şiir dışında felsefe ve
edebiyat tarihi alanlarında da eser vermiştir.
ESERİ
Şiir: Serab-ı Ömrüm
MİLLÎ
EDEBİYAT DÖNEMİNDE BAĞIMSIZ SANATÇILAR
MEHMET
AKİF ERSOY (1873 – 1936)
Mehmet Akif’in ilk şiiri 1895’te Resimli
Gazete’de yayımlandı. Daha sonra Servet-i Fünûn dergisine geçti. 1908’de Eşref
Edip’in çıkardığı Sırat-ı Müstakim ve sonrasında Sebilü’r-Reşat dergilerinde
yazılarını ve şiirlerini yayımladı. Şiirlerini genel olarak sade bir dille
kaleme aldı. Aruzu Türkçe’ye başarıyla uyarladı. İslâmcılık düşüncesini ve
İslâm birliğini savundu. Kurtuluş Savaşı yıllarında halkı Millî Mücadeleye
teşvik için camilerde vaazlar verdi, şiirleriyle halka ümit aşıladı. Kurtuluş
Savaşı’nın devam ettiği dönemde (1921) İstiklâl Marşımızı yazdı ve ordumuza
bağışladı.
Akif, kuvvetli bir gözlemcidir. Toplumun
meselelerini gerçekçi bir bakış açısıyla anlatmış, olayları manzum
hikâyelerinde canlı, sade bir anlatımla ve tasvirlerle ortaya koymuştur. O,
“Hayal ile yoktur benim alışverişim / Ne söylemişsem görüp de söylemişim”
diyecek kadar gerçekçi; “Şudur benim cihanda en beğendiğim meslek / Sözüm odun
gibi olsun, hakikat olsun tek” diyecek kadar da “doğru” bir insandır.
Mehmet Akif’in en ünlü şiirleri; “İstiklâl Marşı, Çanakkale Şehitlerine,
Bülbül vb.” en çok tanınan manzum hikâyeleri ise; “Küfe, Seyfi Baba, Hasta” gibi
eserleridir. Akif, şiirlerini yedi ayrı kitapta toplamıştır. Ölümünden sonra bu
yedi kitap ve bu kitapların dışında kalan şiirleri, birinci kitabın adı olan “Safahat” adı altında tek
kitapta toplanmıştır. Şiirlerinin dışında, çeşitli yayın organlarında
yayımlanan nesirleri de sonradan kitap haline getirilmiştir.
ESERLERİ
Şiir: Safahat, Süleymaniye Kürsüsünde, Hakkın Sesleri,
Fatih Kürsüsünde, Hatıralar, Âsım, Gölgeler.
YAHYA
KEMAL BEYATLI 1884 – 1958)
Yahya Kemal’in çocukluğu, doğduğu yer
olan (Bugün Makedonya’nın başkenti) Üsküp’te geçer. 1902’de İstanbul Vefa
İdadisi’ni bitirir. 1903’te Paris’e gider. Paris’te parnasizm ve sembolizm
akımlarının etkisiyle yazılmış şiir örnekleriyle tanıştı. Mallarme, Verlaine,
Hugo, Baudelaire gibi şairlerden etkilendi. Paris’te geçirdiği yıllar onun
tarih, sanat ve şiir görüşünü yeniden yoğurdu. Tarihçi Albert Sorel’in
derslerini ilgiyle izledi. Ondan aldığı ilhamla ve onun etkisiyle Osmanlı
tarihini ve Klasik edebiyatı dikkatle inceledi. Kendince bazı kararlar
aldı. Bu kararlar uyarınca Osmanlı uygarlığına, kültür ve edebiyatına büyük
değer ve önem verdi. Türk (Osmanlı) tarihinden aldığı ilhamla, tarihî coşkuyu
işleyen şiirler yazdı. Öte yandan klasik şiirin ilhamıyla yazdığı şiirler
sonradan “Eski Şiirin Rüzgârıyla”
adlı kitapta toplandı.
Yahya Kemal, en güzel şiirlerini elli
yaşından sonra yazdı. Onun şiirlerinde çok okumuş, araştırmış, düşünmüş ve
yaşamış bir insanın olgun havası vardır. Şairin bir başka özelliği de Osmanlı
tarihinin zafer sayfalarını bir destan şairi ruhuyla şiirleştirmesidir. “Mohaç Türküsü, Akıncılar, Selimname,
Açık Deniz vb.”
Şair son dönemde “düşünce” unsurunun
büyük yer tuttuğu şiirler kaleme alır. “Ölüm” temasını sıkça işler. Gerçi
ölümden ürkmez, onu rindçe karşılar, fakat “vatandan ayrılışın ıstırabı”
kendisine zor gelir. Onun için ölüm; bilinmeyen, korkunç bir şey değil, belki
İstanbul dışında geçirilecek özlem dolu uzun bir gecedir. “Yol Düşüncesi, Sonbahar, Sessiz Gemi, Rindlerin Ölümü, Rindlerin
Akşamı” gibi şiirler bu görüşü yansıtır.
Bu örneklerin dışında Yahya Kemal,
Osmanlı uygarlığına duyduğu hayranlığı da “Itrî,
Bir Tepeden vb.” şiirlerinde işler. Ayrıca “Mehlika Sultan, Nazar” gibi birkaç efsane-şiir de kaleme alır.
Yahya Kemal bütün şiirlerini aruz
ölçüsüyle, sadece “OK” şiirini hece
ölçüsüyle yazdı. Aruzu Türkçe’ye başarıyla uygulayan
şairlerimizdendir. O, aynı zamanda bir İstanbul âşığıdır. Çeşitli dergi ve gazetelerde
yayımlanmış olan şiir, deneme, makale, hatıra, mektup ve hikâyeleri, ölümünden
sonra dostları ve sevenleri tarafından 1961’de kurulan Yahya Kemal
Enstitüsü’nün çabalarıyla derlenerek kitaplaştırılmıştır.
ESERLERİ
Şiir: Kendi Gökkubbemiz, Eski Şiirin Rüzgârıyla,
Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş. Nesir: Siyasî ve Edebî Portreler, Aziz İstanbul, Eğil Dağlar,
Siyasî Hikâyeler, Edebiyata Dair, Mektuplar-Makaleler.
ÖZ
(SAF) ŞİİR
Türk edebiyatında Ahmet Haşim ve Yahya
Kemal’in öncülük ettiği; sonrasında da Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı
Tarancı, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Muhip Dıranas, Ziya Osman Saba, Asaf
Hâlet Çelebi gibi şairler tarafından devam ettirilen bir şiir anlayışıdır. Paul
Verlaine, Paul Valery, Mallarme, Baudelaure gibi Fransız sembolist şairlerinden
etkilenilmiştir.
Saf (öz) şiir anlayışını benimseyen
şairlere göre, önemli olan “iyi” ve “güzel” şiir yazmaktır.
Sanat için sanat anlayışına bağlıdırlar. Şiiri soylu bir sanat ve uğraş olarak
görürler. Bireyin iç dünyasını, insanın evrensel duygularını (yalnızlık, aşk,
çocukluk özlemi, ölüm vb.) anlatmaya çalışmışlardır. Şiirde müzikaliteye değer
vermişler; ahengi “söyleyiş tarzı, ritim, kafiye vb.” unsurlarla
sağlamışlardır. Gelenekle moderni birleştirmeyi, hece ölçüsünü modern şiirle
bütünleştirmeyi başarmışlardır. (Edebiyatımızda saf (öz) şiir anlayışının
öncüsü olan Ahmet Haşim ve Yahya Kemal Beyatlı hakkında daha önce bilgi
verildi.)
NOT:
Divan edebiyatımız bu anlamda saf (öz) şiirin sayısız örnekleriyle doludur.
Süper olmuş.Elinize sağlık :)
YanıtlaSilteşekkürlerrr çok yardımcı olucak gibi
YanıtlaSilsınava çalışmak için gayet güzel teşekkürler :)
YanıtlaSilEyvallah hocam 😉
YanıtlaSilGüzel 👍👍
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilSuper vAllah hep sınav konuları çok tsk edrim
YanıtlaSilElinize saglik
YanıtlaSilHocam Vallahi helal olsun size konu özetli kaynak kitapları bile bu kadar özetlemiyor kısa ve öz yazmışsınız tek kelimeyle mükemmel olmuş.
YanıtlaSilTessekkurler
YanıtlaSilçok güzel emeğinize sağlık
YanıtlaSilİNŞALLAH EDEBİYATTAN 50 PUANI GEÇERİM :)
YanıtlaSilHocam var ya şu Türk Edebiyatındaki İlkler kısmı muhteşem olmuş. Gerisi çok uzun :D :D Ellerinize sağlık
YanıtlaSilhüloleeeeeeeey abey abey abey abey abey abey vameeeey çat pat gors gors tatapatpa heleveleyley,nası ya?huahğh süper olmuş
YanıtlaSil